11 Ekim 2011

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, Milan Kundera














Şu sonuca vardı Tomas: “Bir kadınla sevişmek ve bir kadınla uyumak iki ayrı tutkudur, sadece farklı değil aynı zamanda da zıt tutukular. Aşk çiftleşme arzusunda (sonsuz sayıda kadına kadar uzanabilecek bir tutku) duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur (tek bir kadınla sınırlı olan bir arzu).

Kitabı 88 senesinde okumuş, filmini de aynı sene izlemiştim... Aradan 24 sene geçmiş ve önce kitabıyla başladım (gençken entel kitaplar okumak daha modaymış galiba) ve pek sarmasa da bitirdim... Sonra da filmle pekiştirmek istedim...
Çek'ler yakın zamana kadar ne badireler atlatmışlar, o yüzden orayı ziyaret ettiğimizde herkes mutsuzdu demek ki...



Kadın avcısı Tomas'ın hayatına Tereza aniden giriyor, onu çok sevse de değiştiremediği tek huyu var o da kadınlar ve bu tutku ile Tereza arasındaki ikilem, ona hayatı zehir ediyor...Tutkulu metres Sabrina, melon şapkası ile son ana kadar ortadan çekilmiyor... Rus işgaline karşı yazılan bir köşe yazısı tüm dengeleri altüst ederken İsveç'e kaçtıkları halde Tereza'nın peşinden tekrar Prag'a dönen Tomas, tüm kariyerini feda ediyor... İşte bir kadın uğruna feda edilebilecek en değerli şey... Sonuç, kendisini aldattı diye onu aldatan Tereza, yakalanma korkusuyla kocayı alıp kırlara yerleşiyor, kadın yok sıkıntı yok tam koca tamamen onun oldu derken bir trafik kazası ikisi de sizlere ömür... İşte kült roman ve filmin hikayesi, beğenip beğenmemek size kalmış:))



The Unbearable Lightness of Being





Adını Sen Koy



Uzun süredir seyretmeyi düşündüğüm bir filmdi "Adını Sen Koy" ve arşivimde sırasını beklemekteydi... Tuna Kiremitçi'yi, hem yazmış hem de yönetmiş görünce sadece romantik birkaç sahne ile yetineceğimi düşünmüştüm; çünkü Tuna Kiremitçi benim gözümde romanlarına şiirsel isimler takan, romantik, hayalperest bir köşe yazarı... Film, zekice örülmüş romantik ve gerçek anlamda bir komedi... Yazarın ince espri anlayışına bayıldım, yönetmen olarak da gelecek vadedebilir. Cast, başroldeki Cemal Toktaş yani Ilgaz dışında gayet iyi oturmuş... Ilgaz sanki biraz uyuz olucam diye kendini fazla kasmış ve fazla yapmacık jön kalmış - ki kendisini "Güneşi Gördüm" filmindeki eşcinsel rolü ile çok takdir etmiştim... Neyse Melis Birkan, "Issız Adam"ın devamın çekiyor gibiydi, Ali İl son derece başarılıydı ama çılgın abi Ahmet Mümtaz Taylan'ı tek geçerim... Filmi götüren abi karakterinin tek istediği kardeşini mutlu görmek ve bu his bana hiç yabancı değil:)) Aybige (Melis Birkan) ile Can (Ali İl) evlenmeye karar veriyorlar, sonrası tipik bici cici evlilik öncesi yaşananlar, ancak Can'ın en iyi arkadaşı Ilgaz (Cemal Toktaş) Almanya'dan düğün için geliyor ve bir bakıyoruz gelmeden önce resimlerinden ve Can'ın anlattıklarından Aybige'ye aşık olmuş... Bu durumda iş çatlak ağabeye düşüyor ve önüne gelene bu aşkı anlatıyor... Aybige'nin bile aklı karışıyor, neredeyse düğünden vazgeçecek (işte günümüzün ayran gönüllü kızı); neyse filmin en "olmamış" sahnesi olan çatlak ağabeyin düğünü basmasından sonra elaleme madara olup evleniyorlar, film de Ilgaz'ın ağabeyini alıp Almanya'ya dönmesiyle bitiyor... Hoş bir film ve Tuna Kiremitçi'yi Eskişehir'e verdiği değer için tebrik etmek lazım...