30 Mart 2012

90'lar Kitabı Çocuk mu Genç mi? - Kadir Aydemir














Kadir Aydemir'in editörlüğünü yaptığı, şeker kitap "80'lerde Çocuk Olmak" dan sonra "90'lar Kitabı Çocuk mu Genç mi?" yi okumadan geçemezdim. 111 tanınmış kişi tarafından kaleme alınan kitap, beni 90'ların daha ziyade buruk zamanlarına götürdü...

Nedense 80'ler dile getirilince aklıma hep komik anılar geliyor, gülerek o günleri anıyorum, şu an hepsi mutlu bir masal gibi hatırlanıyor. 90'larla birlikte 20 yaşıma bastım ve en güzel yaşlarımı yaşadım. Ancak kitapta genelde acı hatıralar dile getirilmiş, nedense 90'larla birlikte sanki biraz dünyamız kararmış... Sivas Katliamı, öldürülen gazeteciler, Cumartesi anneleri, Barış Manço'nun ölümü, Kurt Cobain, Radyo Savaşları, Özal suikastı ve sonra ölümü, politikada muhalefet savaşları, kızının kaleminden Uğur Mumcu'nun suikası, yine kızının anlatımıyla Altan Erbulak'ın ölümü,1999 Gölcük depremi ve ardından 12 Kasım Düzce depremi ve ailemde değişen hayatlar... Hemen hemen yazıların yarısı insanı üzüyor ve mutsuz ediyor, ayrıca "ben o yaşlarda çok genç olduğum için bu olaylar bana çok korkunç gelmemişti" diye düşünüyorum...

Biraz da yüzümüzü güldüren olaylar var... Ben tüm bu anıları kardeşim olmadan düşünemiyorum... Aramızda 12 yaş fark olmasına rağmen 90'larda ben, çokça çocuk oldum, o da arada sırada büyük... Üniversiteyi yeni bitirmiştim ve master yapıyordum . Yazları iple çekerdim herşeyi bırakıp Bolu'ya kardeşimin yanına gideyim diye. Tüm yaz vıcık cıcık birlikte olurduk... Televizyondan müzik videoları kaydeder arşivlik kasetler yapmaya çalışırdık, orgu ayarlar, lambada ile deli gibi dans ederdik, Susam Sokağı'nı hiç kaçırmaz, Hugo'yu arayıp televizyonda yarışabilmek için can atardık, Süper Market yarışmasını deli gibi takip eder, Aileler Yarışıyor ile günü tamamlardık ve sıra önce "Cesur ve Güzel"e sonra "Yalan Rüzgarı"na gelirdi... Yemek saatinde, babamın isteği ile hep beraber sofraya otururduk... Yeni popçularla coşar, kuzen Nükhet'in "Abone" dansı ile kendimizden geçerdik... Bir de kitaptakine benzer bir yatak kırma hikayesi vardır ki hala gülmekten ölürüz... 
Kardeşim ve arkadaşları bizim 10 yıllık yatakların üzerinde tepişirler, en son bizim tombul Nükümüz kendini yatağa atar ve yatak kırılır:)) (Hala yatağı kendisinin kırmadığını iddia etmektedir)...

90'lar benim birden büyüdüğüm seneler, çalışmaya başladığım, hayatımın en önemli kişisi olacak insanı tanımaya başladığım, acı tatlı her şeyiyle burnumun hakikaten ucunu sızlatan seneler... Benim hep kalmayı istediğim 20'li yaşlarım...




28 Mart 2012

Marilyn'le Bir Hafta


Bu sene Hollywood nostaljik filmlere takmış durumda... "The Artist", "Hugo" gibi, "Marilyn'le Bir Hafta" filmi de bir sinemaya saygı filmi olmuş... Film, Marilyn Monroe'nun çalkantılı hayatından 1 hafta üzerine... Marilyn, İngiliz yazar Arthur Miller'la evlidir. Sir Laurence Olivier ile birlikte "The Prince and the Showgirl" filmini çekmek üzere İngiltere'ye gelir. Marilyn, yabancı bir ülkededir ve tüm gözler üzerindedir. Bu da onun hezeyanları için bir neden oluşturmaktadır. Oyunculuk eğitimi olmaması, şişirilmiş bir şöhret olması, çevresindekilerin ondan bekledikleri ve bu beklentilere cevap verememesi onu uyuşturucu hapların kucağına iter... Filmde en son asistan olarak görev yapan Colin Clark, Marilyn'in geçici gözdesi haline gelirken, filmi er ya da geç tamamlar.
Marilyn'e benzerliğiyle dikkat çeken aktrist Michelle Williams'a umarım bu rol yapışmaz. Sir Laurence Olivier'yi canlandıran Kenneth Branagh için yine söylenecek hiçbir şey yok. Tek sorun, tekrarlayan senaryosuyla, tüm film boyunca sadece bunalımını ve bocalamasını izlemek zorunda kaldığımız Marilyn'in bir noktadan sonra sıkmaya başlaması ve bu durumun filmi de sıkıcı hale getirmesi... "Bişeyi de beğen" diyen arkadaşlarımın sesini duyar gibiyim ama olmamış işte bu seneki Oscar adayları ne yapayım...

27 Mart 2012

Kraliçe Lear


Bu sene tiyatro ile yeteri kadar ilgilenemedik... Yıldız Kenter'in yönettiği ve oynadığı "Kraliçe Lear" oyununu geçen seneden beri izlemek istiyordum. 1928 doğumlu Yıldız Kenter, hala dimdik ayakta ve hayata meydan okuyor. Oyunda 3 ana karakter var, "Kral Lear" oyununun kadın versiyonunu oynamaya hazırlanan ve ezber zorluğu çeken eski oyuncu Jane, ona ezber konusunda yardımcı olmaya çalışan lise öğrencisi Heather ve sinir bozucu bir çello... Kenter tiyatrosunda, arka koltuklar maalesef oyunu duymaya çok elverişli değil. Biraz da uykusuzduk galiba, sıkıcı geldi bana çok oyun... ama bir ara gidip çelliste "sus artık oyunu duyamıyorum" diyecektim neredeyse... Gecenin en iyi şeyi Yıldız Kenter'i tekrar sahnede izlemekti... Oyunu da pek anladım sayılmaz aklımda kalan sadece Jane'den bir replik “Bütün dünya bir sahnedir, bütün kadın, erkek oyuncular, sırası gelen oynar, biten çıkar gider.

The Artist


"The Artist" filmi, 1920'li 30'lu yıllarda sesli filmlerin çekilmeye başlamasıyla bazı aktörlerin çöküşünü konu ediyor. Yönetmen Hazanavicius, denenmesi cesaret isteyen bir iş yaparak sessiz ve renksiz bir film çekmiş... Film, çok "Fransız" olduğundan sanırım; Amerikalıların "Fransız her şey iyidir" kompleksiyle Hollywood'da ve Akademi'de çok prim yaptı... Her şey sessizken telefonun zilini, köpeğin sesini duymak gibi ince felsefi dokunuşlar filmi biraz ilginç yapmış olsa da, bence sessiz sinema Harold Lloyd, Charlie Chaplin ve Buster Keaton'la güzeldi... Film, umarım günümüz sinemasının bu konuda çekilmiş son örneği olur...

Çocuktuk Hepimiz, Petra Hammesfahr



Kathi genç yaşında önce kocasını, sonra da oğlunu kaybeder. Oğlu, ehliyeti olmayan bir serseri tarafından ezilerek ölmüştür. Kathi, bir gün bir markette hırsızlık yapan bir gence rastlar; onu takip eder. Jörg, kendisiyle ilgilenmeyen, işe yaramaz ailesinden kaçmıştır ve kendi çabalarıyla yaşamaya çalışmaktadır. Kathi, Jörg'ü tanıyan sosyal hizmetle görevlisinin aracılığıyla onu geçici bir süre yanına alır. Bu süre zarfında, Jörg, hayata olan öfkesinden vazgeçer, okulunu bitirip istediği bir işte çalışma yolunda ilk adımlarını atar. Kathi'nin varlığı ve yardımları onu hayata kazandırmıştır. Kathi ise ölen oğlunun yasını tutarak hayata devam etmek yerine kimsesiz, yardıma ihtiyacı olan çocuklara yardım elini uzatarak yaşamak için kendine yeni nedenler bulur...




Am Anfang Sind Sie Noch Kinder



1 Mart 2012

Dukan Diyeti


Bu kitap ve diyet, yaklaşık 1 sene önce dikkatimi çekti. Geçen sene Haziran ayında Fransa'nın Montpellier bölgesine yaptığımız seyahatte tanıştığımız bazı Fransızların da bu diyetle zayıfladıklarını öğrendim. Hava alanındaki kitapçıda satılan sayısız Dukan Diyeti konulu kitap da cabası... Üzerinden koca bir yaz geçti ben de kilolarıma kilo katarak en pik noktada tekneden İstanbul'a döndüm... Eyvahlar olsun hiçbir kıyafetime giremiyordum... Ya artık hayatımın geri kalan kısmını bir obez olarak geçirecek, ya tekrar bir diyetisyene gidip dünyanın parasını bayılacak ve bir müddet sonra sıkılıp diyeti bırakacaktım, ya da yeni ve denenmemiş bir şeye inanıp Dukan Diyetine başlayacaktım. Bu arada "dukandiyetim.blogspot.com" adresinde bizlerle Dukan Diyeti tarifleri ve deneyimlerini paylaşan blog sitesinin de bana çok yararı oldu; kendisine çok teşekkür ediyorum...

Diyet 4 ana etaptan oluşuyor... Öncelikle, Dukan'ın orijinal sitesinde yer alan formu dolduruyor ve ne kadar sürede kaç kilo vereceğinizi, hangi etabı ne kadar süre yapazağınızı belirliyorsunuz. Bana atak süresi 7 gün çıktı ve gerçekten de 7 günün sonunda belirlenen 2,6 kiloyu vermiştim.

Atak evresinde prensip olarak az yağlı et, sakatat, balık, deniz ürünleri, tavuk, hindi, yumurta, yağsız süt ürünleri, 1,5 kaşık yulaf kepeği yiyebiliyor, şekersiz veya light içecekler içebiliyorsunuz. Bu besinlerin dışında hiçbir şey yenmiyor. Ekmek ve hamur işleri zinhar yasak... Günde 20 dk. yürüyüş yapmanız da öneriliyor. Bu evre zor gibi görünse de her gün inen kiloları gördükçe insan dayanıyor. Yalnız kendinizi bayağı yorgun hissedebilirsiniz; bol bol su için ki vücudunuz susuz kalmasın...

Seyir evresinde - ki ben hala bu evredeyim...bizim Fransa seyahati ve Fransızlar'ın bize gelişi 1 ay kaybetmeme neden oldu - atakta yediklerinizi yemeğe devam ederken sebzeleri de işin içine katıyoruz. Ben 1 gün atak, 1 gün sebzeli menü olarak uyguluyorum. Şimdiye kadar toplam 13 kilo verdim. Normalde 8 mayısa kadar 18,8 kilo vermiş olmam gerekiyor. Epeydir aynı kilodayım... Bakalım o zamana kadar istediğim kiloya inebilecek miyim?

Güçlendirme evresinde, şimdiye kadarki tüm besinleri yiyebiliyorken haftada sadece 1 gün atak yapmaya devam ediyoruz ve her gün 1 porsiyon meyve, günde 2 dilim tam tahıllı ekmek, haftada 2 porsiyon hamur işi, ve 2 kez ödül yemeği ekleniyor. Toplamda kaç kilo verilmişse, bu evrenin süresi x 10 gün olarak hesaplanıyor.

Son koruma rejimi evresi ise ömür boyu devam edecek... Tek dikkat edilmesi gereken, haftada 1 gün atak diyeti yapmak, günde 3 kaşık yulaf kepeği tüketmek ve biraz dikkat ederek istediğimizi yemek...

Bu gidişimde öğrendiğime göre bizim Fransızların oğlu da bu rejimle zayıflamış. Hatta onlar gelirken bana 1 kutu yulaf kepeği ve Dukan Tarifleri kitabı getirdiler.

Bu kitap, en azından fazla kilolarımı atmama yardımcı oldu ve beni çok motive etti... En azından şu an için balinadan balık etine terfi ettim...


The Dukan Diet