24 Şubat 2013

2013 Oscar'larına doğru...

2013 Oscar'larına saatler kala, uykusuz bir geceye hazırlanıyorum... Her sene "kırmızı halı" seremonisiyle şenlenen gecem, törenin başlamasıyla kendini tatlı kestirmelere teslim ederken, en mühim dalları kazananlar açıklandığı anlarda, hiç uyumuyormuşum gibi kısa süreli kendine gelip kaldığım yerden uykuma devam ederim; Oscar gecesinin sabahı benim için kıpkırmızı gözlerle başlar...


Bu seneki filmlerin çoğunu seyrettim; iyi kötü hepsi hakkında fikir sahibiyim. En iyi film dalında aday gösterilen  "Lincoln", "Argo" ve "Zero Dark Thirty" ,Amerikan tarihi, zaferleri, önemli olaylarıyla ilgili olup sanırım Akademi'nin bu saydığım sebeplerden ötürü göz bebeği durumundalar. Bu durumla, "tamamen Amerikan" olan Oscar Ödüllerin'nde arada sırada karşılaşılmakta...
"Lincoln" filmini, yaptığım üç seyretme  girişimi sonrasında da yarıda bıraktım; laf aramızda korkunç sıkıcı bir filmdi. Ama korkarım ipi o göğüsleyecek.
Ben Affleck'li "Argo" ise biraz da İran devrimiyle ilgili olduğu için ilgi çekici bir film olmuş. Ama yine de "oscarlık" mı? Hayır. 
"Zero Dark Thirty"' yi ise seyretmek dahi istemiyorum; çünkü hakikaten masum ve kahraman Amerikalıların İslamcı teröristleri nasıl katlettiklerini anlatan filmleri seyretmekten gına geldi...
Diğer yapımlara gelince; 
"Amour", sert bir Avrupa sineması filmi örneği; hakkı sadece en iyi yabancı film ödülü olabilirken neden en iyi film dalında da aday gösterilmiş bilmiyorum. 
"Beasts of the Southern Wild", kendi içinde sevimli ama belgesel filmden öteye gidemeyen ve Oscar'a yanlış dalda aday gösterilmiş bir film...
Tarantino'nun filmi "Django Unchained", bu dokuz aday içinde en az fikir sahibi olduğum film; ancak şimdiye kadar hiçbir yorumda Oscar'ı alabileceğine dair bir ibare görmedim. 
"Les Miserables", korkunç boğucu bir müzikal film olup detone sanatçılara katlanmak zorundasınız; bence okul müsameresinden hallice bir film olmuş. 
"Life of Pi" yi tüm filmler içinde tek geçerim, konusu, görselliği, duygusallığı ile müthiş bir film; benim Oscar'ım ona... 
"Silver Linings Playbook" filmini çok sevdim ama "Pretty Woman" filmi ne kadar Oscar alabilirse o da o kadar alabilir; yani pek şansı yok.
En iyi yönetmen adaylarına gelince:
Amour - Michael Haneke, Beasts of the Southern Wild - Benh Zeitlin, Life of Pi - Ang Lee, Lincoln - Steven Spielberg, Silver Linings Playbook - David O. Russell... Muhtemel Oscar Steven Spielberg'e, benim Oscarım Ang Lee'ye...
En İyi Kadın Oyuncu
Jessica Chastain - Zero Dark Thirty, Quvenzhané Wallis - Beasts of the Southern Wild, Naomi Watts - The Impossible, Jennifer Lawrence - Silver Linings Playbook, Emmanuelle Riva - Amour...
Jennifer Lawrence, pek çok ödül töreninden birinci olarak döndü, dolayısıyla Oscar'ı da alacağını düşünüyorum; ancak filmdeki oyunculuğunu çok iyi bulmakla beraber, Oscar'ı hakettiği konusunda endişelerim var. Benim oyum yaşlı yıldız Emmanuelle Riva'ya olurdu.

En İyi Erkek Oyuncu
Bradley Cooper - Silver Linings Playbook, Joaquin Phoenix - The Master, Daniel Day - Lewis Lincoln, Denzel Washington - Flight, Hugh Jackman - Les Misérables...
Sonuç mu? Her ne kadar izlemesi sıkıcı da olsa büyük olasılıkla Daniel Day-Lewis ipi göğüsleyecek ve diğerleri sadece aday olmakla yetinecek...

En İyi Yardımcı Kadın OyuncuAmy Adams -The Master, Sally Field - Lincoln, Anne Hathaway - Les Misérables, Helen Hunt -The Sessions, Jacki Weaver - Silver Linings Playbook...
Anne Hathaway, tartışmasız bir şekilde ödülü alır; film ne kadar itici olsa da Hathaway'in oyunculuğu çok doğal...

En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu
Alan Arkin - Argo, Robert De Niro - Silver Linings Playbook, Philip Seymour Hoffman - The Master, Tommy Lee Jones - Lincoln, Christoph Waltz - Django Unchained...
Herkesin tercihi Christoph Waltz; diyecek bir şey yok...


Ne diyelim... İzleyelim görelim... Herkese iyi seyirler...

18 Şubat 2013

Masumiyet Müzesi - The Museum of Innocence - Orhan PAMUK

Bu Cumartesi, Orhan Pamuk'un 2008 yılında piyasaya çıkan "Masumiyet Müzesi" kitabının aynı adlı müzesini annem ve Kardeşim (yani kitabı bitirmeyi başarmış iki yakın aile bireyim) ile birlikte ziyaret ettik. Geçtiğimiz yıl açılan müze, şimdiye kadar yerli yabancı yaklaşık 27.000 ziyaretçiyi ağırlamış. Anne ve Mete, kitaplarını beraberinde getirdikleri için, kitabın  574. sayfasındaki giriş biletini güzelce damgalattlar ve müzeye badava girdiler, bense bir yanlış anlama sonucu koskoca müze kataloğunu yanımda getirmiştim ve üstüne üstlük 15 TL giriş ücreti ödedim...




Müzeye ait web sayfasında aynen şöyle yazıyor: (ben daha doğrusunu anlatacak kelimeleri bir türlü toparlayamadığım için aynen alıntı yapıyorum)
"Masumiyet Müzesi, Orhan Pamuk’un hem yazdığı bir roman hem de yaptığı bir müzedir. Pamuk 1990’lardan itibaren romanı ve müzeyi baştan beri birlikte düşündü. 1974 ile 2000’lerin başı arasında geçen aşk romanı, biri zengin diğeri orta halli iki aile üzerinden geçmişe dönüşler ve hatıralarla birlikte 1950-2000 arası İstanbul hayatını anlatıyor. Müzede ise romanda anlatılan kahramanların kullandığı, giydiği, işittiği, gördüğü, biriktirdiği, hayal ettiği şeyler dikkatle düzenlenmiş kutu ve vitrinlerde sergileniyor. Müzeden zevk almak için romanı okumaya gerek yok. Tıpkı romandan zevk almak için müzeyi gezmeye gerek olmadığı gibi. Ama romanı okuyanlar, müzenin çeşit çeşit anlamını daha iyi kavrayacakları gibi, müzeyi gezenler de, romanı okurken fark etmedikleri pek çok şeyi görecekler."


Türk mimarlar İhsan Bilgin, Cem Yücel ve Alman mimar Gregor Sunder Plassmann ile gerçekleştirilen "Masumiyet Müzesi”,  Çukurcuma Caddesi Dalgıç Çıkmazı üzerinde yer alan  1897 yapımı, 3 katlı, tarihi bir binada bulunuyor. Sizi ilk olarak romanın kahramanı Füsun’un içtiği 4.213 sigaranın etkileyici yerleştirmesi karşılıyor. Diğer iki katta, kitabın 83 bölümünü temsil eden 83 ahşap kutuda dönemin ve bölümlerin objeleri yer alıyor. Çatı katında, Kemal’in hayatının son yıllarını geçirdiği oda, romanın el yazma müsvetteleri, Pamuk’un müze için yaptığı çizim ve tasarılar bulunuyor. Aslında burası bir İstanbul müzesi... Bu sebeple kitabı okuyun okumayın, Orhan Pamuk hayranı olun olmayın, bu şehirde yaşıyorsanız mutlaka ziyaret etmelisiniz...
Fotoğraf, Metehan Kahya'ya aittir

Orhan Pamuk ise bence tam bir dahi, yazdıklarına saygısı büyük. Pamuk, müzenin ilk eşyalarını daha romanı yazmadan toplamaya başlamış, romanı bu eşyalara bakarak kurgularken aynı zamanda müzenin de ilk tohumlarını serpmeye başlamış. Romanın bitimiyle beraber yazarın evini ve yazıhanesini dolduran binlerce obje, fotoğraf, film ve ses kayıtları, muhteşem bir kurguyla müzedeki yerlerini almış. Müze, kitaba göre biraz geç kalmış olsa da, gezildikten sonra kitabı tekrar tekrar okuma isteği uyandırıyor...
Türk milleti olarak, çok yanlış bir anlayışa sahibiz, bizim gibi düşünmeyen, aykırı fikirler üreten insanları, özellikle de aydınları hayatımızdan hemen çıkarıyoruz ve "Tuh kaka" demeye bayılıyoruz. Orhan Pamuk da bu durumdan nasibini fazlasıyla alıyor. Bundan vaz geçtiğimiz ve aykırı fikirlere değer verdiğimiz gün, "aydınlanmamız" ın başladığı gün olacaktır.


12 Şubat 2013

Grinin, Karanlığın, Özgürlüğün Elli Tonu - E.L.James


Ben çocukken resimli İtalyan Aşk Fotoromanları, çocukluktan kurtulurken de Beyaz Dizi aşk romanları vardı. Her iki türün de hiçbir zaman iyi bir takipçisi olmadım. Yoğun ve bayıcı aşk kokan kitaplar da filmler de beni bunaltır. (Bu giriş Sevgililer Günü zamanında pek uygun olmadı galiba:)) Bu tip romanlarda, sevimli, güzel sayılabilir, zeki ama hafif şapşal kız, muhakkak ki çok zengin, çelik bakışlı, renkli gözlü, sert, sportif ve muhakkak ki çok yakışıklı erkekle karşılaşır. Yıldırım aşkıyla birlikte bir dolu mutlu ve mutsuz olay yaşanır, yanlış anlaşmalar olur, ancak sonunda mutlu son ve evlilik olmazsa olmazdır.
İşte bana bu kitapları aratmayan Grinin Elii Tonu üçlemesini okumak 40 yaşından sonra nasipmiş:) Açıkça ifade etmem gerekirse, kitabın inanılmaz başarılı reklamı ve pazarlama tekniği bu kitabı okumamdaki başlıca neden oldu. Yazın neredeyse Temmuz ayından beri yapılan reklamlar, ilanlar ve bir çok İngiliz teknesinde gördüğüm, kitabı elinden düşürmeyen İngiliz hanımlar, merakımı ta o zamandan beri cezbetti. Bu inanılmaz pazarlama tekniği için Pegasus Yayınlarını gerçekten tebrik ediyorum...
Asıl adı Erika Leonard olan İngiliz yazar E.L. James, eski bir televizyon programcısı...Kitap 37 dile çevrilmiş ve tüm dünyada 40 milyondan fazla satmış. Orta yaş bunalımına giren yazar, yazdığı erotik dozu fazla, sabun köpüğü kıvamında romanla, pek çok eve girmiş. Filmi de çekilen kitabın yazara daha çok paralar kazandıracağı kesin...
Seri, Grinin Elli Tonu kitabıyla başlıyor. Anastasia Steele, 20'li yaşlarının başında edebiyat bölümü son sınıf öğrencisi. Bir gün yolu, inanılmaz yakışıklı ve zengin iş adamı Christian Grey ile kesişiyor. Steele, basit bir okul röportajı için gittiği Grey'in etkisine hemen giriyor... Christian Grey, 26 yaşlarında, kendi işi, evi, yatı, jeti, helikopteri, R8'i var, feci ötesi zengin, neredeyse günde milyon dolarlar kazanıyor (dünyada böyle kaç tane zengin var ki...), çok yakışıklı, çok korumacı, çok sportif, tek kötü huyu sadistin önde gideni olması... Ama bunun da nedenleri var zavallı Grey, daha minicik bir çocukken sarhoş fahişe annesinin ölümüne tanık olmuş, annesinin bağımlı ve serseri arkadaşlarından türlü işkenceler görmüş. Çok zengin, bu tip sorunlu çocukları evlat edinen hayırsever ailesi tarafından evlat edinilince yeni bir hayata başlamış, bugünkü kimliğini bulana kadar da sadist bir kadınla birlikte yaşadığı ilişki sonucu, dünyanın ağırlığından "efendilik" yaparak ve kendine "itaatkarlar" bularak kurtulmuş. Ama Grey nedense şapşal bakire Anastasia Grey'e aşık oluyor ve onu kendine köle yapmak isterken birden onun kocası olup iyi bir aile babasına dönüşüyor. Üç kitap ve toplam 1920 sayfadan oluşan roman tamamen bu hikayenin arasına bolca serpiştirilmiş (bir tanesini okumanız yeterli...) ve beni oldukça sıkan pornogrofik sayılabilecek bol erotizmden ibaret... 
Kitabın son 20 sayfaya kadar olan kısmı, Anastasia'nın ağzından anlatılıyor. Bence 1920 sayfanın en güzel bölümü, Christian Grey'in gözünden anlatılan ilk evlat edinilme, ilk noel, ilk ilişki ve Anastasia hakkındaki ilk izlenimler kısmı. Sanki burası başka bir yazar tarafından kaleme alınmış ve bence hoş bir son olmuş...
Bu seriyi okuyun okumayın hiçbir yorumda bulunmayacağım ama merak ettiyseniz geri kalmayın, belki de seversiniz...



Fifty Shades of Grey

Fifty Shades Darker

 Fifty Shades Freed