14 Mayıs 2013

We Will Rock You Müzikali

Ünlü İngiliz rock grubu Quenn'in en iyi 24 şarkısından oluşan “We Will Rock You” müzikalini İstanbul’daki ilk performansında, 3 Mayıs Cuma gecesi izledik. Gösterinin Asya yakasında -bizim taraf- olması bizim işimize gelirken, Cuma gecesi trafiği dolayısıyla en son dakikaya kadar salonun boş kalması doğrusu beni biraz hayal kırıklığına uğrattı.
10 yılı aşkın süredir devam eden Ben Elton imzalı müzikal, aynı yıl “Yılın En İyi Müzikali” dahil 5 ödül almış. Gösteri, 2003 yılında 5 ayrı dalda, “En iyi Müzikal”, “En İyi Müzikal Aktörü”, “En İyi Aktris”, “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” ve “En İyi Yönetmen” ödülü dahil toplam 20 ödülün sahibi olmuş.
Tam tamına benimle yaşıt olan (1970) Queen grubunun günümüzün gençleri ve çocukları tarafından da en iyi şekilde tanınıp halen efsanesini devam ettirmesi için en doğru seçim olmuş bu müzikal. Benim Queen ile ilk tanışmam 1980’li yılların başında oldu… Freddie Mercury, ilginç kıyafetleri, güçlü sesi ve inanılmaz enerjisiyle ve ilk kez “Radio Ga Ga” şarkısıyla favorilerim arasına girmişti. (İlginçtir ki müzikal de aynı şarkı ile başladı.)
Hikaye, günümüzden 300 yıl ilerde “iplanet” isimli bir gezegende geçiyor. Gezegende korkutucu bir hüküm süren “Killer Queen”in kuralları doğrultusunda “Ga Ga Gençlik”, aynı şarkıları dinler, aynı kıyafetleri giyer, aynı düşünceleri paylaşır. Bu yeknesaklık içinde Galileo isimli genç, farklı hayaller kurup eski rock şarkılarının unutulmuş şarkı sözlerini kafasının içinde duyar. Aynı anda farklı bir yerde bir genç kız da, diğer kızlardan farklı giyinip onlar gibi olmayı reddetmektedir. Galileo ve genç kız, eski rock ruhunu yaşatmaya çalışan “Bohemians”lara katılırlar. Burada eski efsane rock sanatçılarını anarlar ve onların isimlerini alırlar. “Bohemians” lar da “Killer Queen”in adamları tarafından yakalanıp düşünceleri değiştirilmeye çalışılır. Sonuçta rock ruhu galip gelir ve dünya yine en güzel şarkıların yazılıp söylendiği bir yer olur…
“Müzikalin sonuna geldik” dediğiniz anda perdede “Do you want “Bohemian Rhapsody”? yazısını gördük. Herkes “yessss” diye bağırınca perdede bu kez “oh…alright then” yazısı belirdi ve o müthiş Rock oratoryosu parça başladı. İnanılmaz güzel bir finaldi.

Türk seyircisiyle ilgili bir gözlemim var: Müzikal olsun dünyaca ünlü sanatçılar olsun, ayağımıza kadar geliyorlar, biz de hiç kaçırmadan izlemeye gidiyoruz. Ancak dil sorunundan mıdır, kültür farkından mıdır bilemiyorum tam manasıyla eğlenemiyoruz… Herkese dikkat ettim, el çırpıp olaya katılmak istiyoruz ama bir kasılmak, bir rahatsızlık, aman garip mi kaçarım sorunsalı, bir türlü kendimizi rahat hissedemiyoruz… Halay çekerkenki rahatlığımızdan eser yokJ Bir gün yurtdışında bir konsere ya da müzikale gidersem aradaki farkı gözlemleyip yazacağım…

11 Mayıs 2013

Kitap Hırsızı -Markus Zusak


"Kitap Hırsızı", önce adıyla beni büyüledi. İki gün önce göz yaşları eşliğinde bitirdiğimde ise, severek okuduğum ve beğendiğim kitaplar arasında yerini aldı...
Azrail, en çekindiğimiz ve mümkünse adını anmak istemediğimiz bir melek; nam-ı diğer "ölüm meleği"... "Kitap Hırsızı" nın hikayesini bize Azrail anlatıyor; insanlığın dramlarından, savaş zamanı yaptığı fazla mesailerden, ruhunu almak zorunda olduğu ölülerden o da şikayetçi... Ancak işi bu...(hiç bu yönden bakmamıştım)... 
Hikayemiz ikinci dünya savaşı yıllarında Nazi Almanya'sında geçiyor. Kitap hırsızı küçük bir kız: Liesel... Annesi, Liesel ve erkek kardeşini evlatlık vermek üzere götürürken, Liesel'in erkek kardeşi ölür, bu onun Azrail ile ilk yakınlaşması olurken, kardeşinin mezarını kazan görevlilerin unuttuğu "Mezar Kazıcının El Kitabı" da çaldığı ilk kitap olur... Annesi onu, Molching kasabasının Himmel sokağında, bundan sonraki hayatını yaşayacağı eve ve yeni ailesine bırakır. Küfürbaz ama yüreği kocaman anne Rosa ile yazılan en güzel baba figürlerinden biri olan, akeordeonu ile harikalar yaratan, boyacı Hans Hubermann, Liesel'in kabuslarına beraber çare olurlar. Himmel sokağındaki diğer karakterler,  Liesel'in  okuma yazma öğrenmesiyle artan kitap sevgisi, verilen bir söz uğruna ölümü göze alarak bodrumda gözlerden uzak saklanan yahudi Max, Max'in kitaba da yansıyan Liesel için yazdığı öykü ve çizimler, kütüphanesini Liesel'e açan valinin karısı, en iyi arkadaşı ve suç ortağı Rudy, hepsi çok akıcı ve merak uyandırıcı şekilde ölümün ağzından bir bir anlatılıyor. 
Bombalar sokakları dümdüz edip hayatları bir bir söndürürken, kelimelerin gücüne güvenip tüm dünyayı yönetmeye kalkan ve çok canlar yakan Hitler'e rağmen, Liesel, öğrendiği ve yazıya dökmeye çalıştığı kelimeler sayesinde ayakta kalmayı başarır. İkinci dünya savaşının tüm gerçekliğiyle, farklı bir gözle -ölümün ağzından- aktarıldığı, her koşulda kitapları sevenlere ithaf edilen bir kitap... Ben çok sevdim, tavsiye ediyorum...



The Book Thief