28 Eylül 2013

Kaiken - Jean Christophe Grange






 Kahramanımız baş komiser Olivier Passan, Japon asıllı karısı ve iki çocuğu ile birlikte, Paris’te yaşamaktadır. Passan, yetimhanede geçen çocukluğunu izlerini halen üzerinde taşır. Japon kültürüne olan ilgi ve hayranlığı, bir müddet  Japonya’da görev yapmasına neden olur. Çok aşık olarak evlendiği karısı ile boşanmanın eşiğindedir ve çocukların rahatı için evde, 1 hafta Passan, diğer hafta karısı kalacak şekilde yeni bir düzene başlamak üzeredirler. Bu arada Passan, kendi gibi yetimhanelerde büyümüş seri katil “doğumcu”nun peşindedir. Hiçbir bulgu tam olarak adamı yakalamasına yardımcı olmazken evinde yaşadığı gerilimli olayların da sorumlusunun “doğumcu” olduğunu düşünür. İlk bölüm, Passan’ın seri katili yakalamasıyla biter…
Hikayenin devamı olan ikinci bölüm ise Passan ve karısı arasındaki ilişkinin ve karısının Japonya’daki hayatının etrafında döner. Geçmiş, hiçbir zaman geleceğimizin yakasını bırakmaz. Olayların gelişimi de Passan ve karısını olayların başladığı yere, Japonya’ya kadar götürür.
Grange, bu kez sanki iki ayrı mini romanı, aynı kahramanlar yardımıyla birleştirmiş. Çünkü okuduğunuzda hem ilk bölümdeki seri katilin ikinci bölüme etkisi zayıf kalıyor, hem de ilk kısımda ana karakter olan Passan’ın karısı Noako’ya gereken önem verilmiyor. Ayrıca bir bakıyorsunuz neredeyse kitabın sonunda bambaşka bir karakter olaylara damgasını vuruyor… Kaiken, oldukça sürprizli bir kitap anlayacağınız.

 Jean Christophe Grange’nin hemen hemen tüm kitaplarını okudum. Grange polisiyeyi bana sevdiren nadir yazarlardan biridir. Kitaplarının her birinde gördüğüm ortak özellik, son bölümüne kadar gayet sürükleyici olup keyifle okunurken final bölümünde zırvalıkta zirve yapmasıdır. “Kaiken” de ise final kısmı kitabın bütününden biraz kopuk olsa da yine de sonuna kadar gerilim iyi muhafaza edilmiş.


Kitaba konu olan “kaiken” ise 8-10 inch boyunda, cepte taşınabilen, iki veya tek yüzü keskin, Japon kültürüne özgü bir silah.  Samuray kadın ve erkekler, taşıması kolay olduğu için yanlarında kaiken taşırlarmış ve bir samurayla evlenen kadın da kocasının evine taşındığında yanında kaikeni olmak zorundaymış.


Kaiken


21 Eylül 2013

Babalar ve Oğullar - Turgenyev


İvan Turgenyev'in en önemli eseri olan "Babalar ve Oğullar", klasik Rus edebiyatının modern örneklerinden biridir. Yazıldığı dönem olan 1860'larda "nihilizm" sözcüğünü Rus yaşam tarzına katmıştır.
İş Bankası Yayınların'ndan okuduğum kitap, Ergin Atalay'ın başarılı çevirisiyle sıkılmadan okunuyor. 
Kitaptaki babalar ve oğullar, birbirlerine zıt karakterlerdir. Dönemin kuşak çatışması tüm gerçekliğiyle görülür. Bazarov ve Arkadi, arkadaştırlar. Nihilist düşüncelere sahip Bazarov, Arkadi'yi de etkisi altına almaktadır. İkili, erkek kardeşi ile yaşayan Arkadi'nin babasının evinde, düşünce tarzlarıyla sürekli tartışma konusu olurlar.
Varlıklı bir dul olan Odintsova ile tanışmaları, iki arkadaşı birbirinden uzaklaştırırken, ilk defa aşk duygularını tadan Bazarov, nihilist duygularını analiz etmek zorunda kalır. Genç kadın tarafından reddedilmesi ile her şeyi bırakıp köyde yaşayan anne ve babasının yanına yerleşir; ancak ilerde olmak istediği hekimlik uğruna yaptığı araştırmalarda mikrop kapar ve ölür. Nihilist olan Bazarov, insan yaşamının alışılagelen tüm evrelerine ve insan ilişkilerine inanmazken ölmekte olduğunu anladığında bu kadar genç ölmesine isyan eder. Kitap aynı zamanda 19.yy.da Rus üst sınıfını temsil eden toprak sahiplerinin yaşayış tarzını ve düşüncelerini çok güzel ifade etmektedir. Okunması gereken 100 temel eserden biri  olarak tavsiye ederim.



10 Eylül 2013

Ten "On"


2002 yapımı "Ten", İran'ın en ünlü yönetmenlerinden Abbas Kiarostami tarafından çevrilmiş. Film, Tahran'da, bir kadın sürücünün arabasında geçen on ayrı sahneden oluşuyor. (Film, adını da buradan alıyor).
Kadın sürücü, 30'lu yaşlarında, 10 yaşında da bir oğlu var. Mutsuz olduğu için oğlunun babasından boşanmış ve yeniden evlenmiş. Ancak bu yeni hayattan oğlu Amin hiç mesut değil. İlk sahnede ana-oğulun kavgaya varan diyaloglarına ve Amin'in boşandığı için annesini suçlamasına tanık oluruz. Amin, artık babasıyla yaşamak istemektedir ve kadın bu duruma istemese de razı olur. Filmde, İran'ı kadın gözüyle görürüz... Sürücü, kendine ait arabasında, düşündüğümüz İran kadını profili dışında bir hayat sergiler. Erkeklerle trafik konusunda diyaloga girer, arabasıyla sürekli gezer, ev işlerine uzaktır, herşeyden öte kocasından boşanma cesaretini göstermiştir, yeni eşine doğum günü düzenler, hizmetçisi vardır, evde oturup temizlik ve yemek yapma zorunluluğu yoktur. Bu durumdan en çok rahatsız olan Amin'dir. Oda herkesin annesi gibi evde oturan, temizlik yapıp yemek pişiren bir annesi olsun istemektedir. Bu sebeple babasının kız arkadaşına daha çok sempati duymaktadır. 


"Ten" ilginç bir film... Amin'in ve annesinin sıkıntılarını izleyiciye mükemmel yansıtmış... Başörtüsüyle sıcaktan patlayan kız kardeş, evlenmek isteyen ancak erkek arkadaşı tarafından reddedilen kız arkadaş, her gün türbeye dua etmeye giden kadın, sokakta fahişelik yapan kadın ve oğlu ile olan diyaloglar, ana karakter olan kadın sürücüyü her sahnede biraz daha tanımamızı sağlıyor.