16 Ocak 2015

Londra Gezi Notları

Geçtiğimiz yılın 12 Kasım'ında yaptığımız Londra seyahati, bu dolu dolu ve güzel şehri bu güne kadar görmemiş olan ben ve yaklaşık 20 senedir duygusal sebeplerden buraya ayak basmamış Ali için tam bir karnaval oldu. Ne gezdik, ne yorulduk... Ali'nin hazırladığı gezi programına harfi harfine uyacağız diye zıvanadan çıkıp yürüyemez hale gelene kadar Londra sokaklarını arşınladık. Otele her gün ölmüş halimiz girerken sabahları yarı yarıya şarj olmuş bir şekilde tekrar kendimizi yollara attık.

12 Kasım 2014

Sabah 8:10 uçağı ile Atatürk Hava Limanı'ndan kalkıp öğle saatlerinde Heathrow Havaalanı'na indik. Öncelikle, her türlü toplu taşıma aracından faydalanabilmek için kendimize 7 günlük Oyster Card aldık ve adam başı 40 paund ödedik. Şehir merkezine giden tren ve ardından metro ile Marble Arch istasyonunun yakınında, Oxford Streeet üzerinde olan  otelimiz Thistle'a yerleştik.Tesadüf eseri otel, Ali'nin yıllar önce Londra'da kaldığı ve bildiği otel çıktı, sadece adı değişmiş.


Oxford Street, Londra'nın ana alışveriş merkezi. üç kilometre boyunca devam eden mağaza karmaşasında aradığınız her tür ürünü rahatlıkla bulabiliyorsunuz. Caddenin en ünlü mağazası, cephesindeki Art Deco saatiyle Selfridges, en ünlü ve pahalı markaları bünyesinde barındırırken zevkli vitrinleriyle ve erken yılbaşı süsleriyle de çok ilgi çekici. Mağazanın her yerini gezmeye kalkışsanız bir tam gününüzü alabilir. Biz biraz havasını koklayıp, yine aynı özellikleri taşıyan Regents Street'e doğru devam ettik.

Yolumuza Hıristiyan Cemiyeti'nin meleği Eros heykelinin bulunduğu Piccadilly Circus ve vatanseverlik duygularını temsil eden Nelson Sütunu'nun yer aldığı Trafalgar Meydanı ile devam ettik. Burada yer alan National Museum'un içine girmeyip meydandaki ilginç gösterileri izleyip müzik dinledik.

Pek çok köşede rastladığımız fast food zinciri olan Pret  a Manger'de sandwichimizi yiyip Covent Garden'da soluğu aldık. Londra'nın oldukça keyifli ve bohem yüzü olan market binasının içinde pek çok irili ufaklı restaurant ve hediyelik eşya dükkanları bulunmakta. Bu renkli alanda bol bol da canlı müzik yapan, oldukça kaliteli gruplara rastlabiliyorsunuz.
Çok yorgun olmamıza rağmen akşam yemeğimizi burada yemeyip yürüyerek Soho'ya doğru ilerliyoruz. Londra'nın moda ve özgürlük merkezi olan Carnaby Sokağı, rengarenk evleri, sembol haline gelmiş kuaför dükkanları, tasarım mağazaları ve en popüler restaurantları ile çok ünlü. Buraya bir daha gelmek üzere biraz turlayıp otelimizin yolu üzerindeki bir et restaurantında güzel bir yemek molası verdik. 





13 Kasım 2014

Oteldeki kahvaltının ardından dünyaca ünlü mağaza olan Harrods'a gittik. Burası, herhalde dünyanın tüm pahalı, şık ve marka ürünlerinin bir arada satıldığı tek yer. Satılan ürünlerin hakkını verircesine mağazanın dekorasyonu da bir o kadar şık. Buraya yalnız başıma gitsem herhalde 3 gün 3 gece durmaksızın gezebilirim. Dışarıda Londra bizi beklediği için hızlı bir tur yaptık. Alt kattaki içki reyonu ve mahzende, dudak uçuklatan fiyatları , manav bölümünde adeta bir heykel misali dizilen, sanatçı elinden çıkmışcasına düzgün meyve ve sebzeleri sizle paylaşmadan duramayacağım. Manavdaki satış elamanına "are they real? (bunlar gerçek mi?)" diye sormaktan kendimizi alamadık:)


 
Harrods'ın ardından St. Paul Katedraline gittik. Giriş paralı olduğundan sadece bir göz atıp çıktık.
London Tower'daki kırmızı seramik çiçeklerden oluşan ve Londra için akan kanları temsil eden enstalasyon çok güzeldi. 
En ilgi çeken turistik noktalardan biri olan Londra Köprüsü, Thames Nehrinin üzerinde ve açılır kapanır bir köprü. Biz köprünün içini de ziyaret edip yapılışını ve tarihçesini anlatan, ayrıca makina odalarını da gezebileceğimiz bir tura katıldık. Londra'nin simgelerinden biri olan köprünün üst katına çıkıldığında sizi müthiş bir şehir manzarası karşılarken, yüksekliği oldukça iyi algılatan cam taban, yükseklik korkusundan geberen beni kendimden aldı. Düşmeyeceğini bile bile de olsa boşlukta olma hissi, avuçlarımın deli gibi terleyip soğuk terler dökmeme neden oldu.


Turumuz bitince köprünün altında, İngilizlerin meşhur yemeği olan Fish&Chips yedik. Bu yemek bildiğiniz balık ve patates kızartması.
Yemekten sonra, Tate Modern Sanatlar Müzesi'ne doğru yola koyulduk. Şeker bir İngiliz bayanın yardımıyla, Londra'nın en ünlü açık marketlerinden olan ve perşembe ve cumartesileri kurulan Borough Market'in içinden geçtik. Burası orijinal Viktoryen ferforje tavanı ile ve gurme tezgahlarıyla görülmesi gereken bir yer. Keşke köprü altında yemeseymişiz.
Yaklaşık 1 saatlik bir yürüyüşün ardından Tate Museum'a vardığımızda hem hava kararmıştı, hem de bizde takat kalmamıştı. Son gücümüzü kullanıp birkaç salon gezdik tabii ki... Keşke hiç yorulmayan ayaklara sahip olsak...
Millenium Köprüsünü kullanarak Thames'i yürüyerek geçtik ve metroya binip Oxford Street'e doğru yola çıktık. Akşam yemeği tercihimizi Selfridges'in içindeki suşi restaurantından yana kullanıp otelin yolunu tuttuk.

14 Kasım 2015


Sabah kahvaltı sonrası kendime alışveriş zamanı yaratıp soluğu İngilizler'in en moda ve en ucuz kıyafetler satan Primark mağazasında aldım. Sabah 8 akşam 22 açık olan bu mağaza sürekli kalabalık; caddelerde Primark torbalarından geçilmiyor. Öğlene doğru Briitish Museum'a gittik. Yolda rast geldiğimiz geleneksel İngiliz kıyafetleri satan mağaza çok şık ve gezilmeye değerdi.
Dünyanın en muhteşem müzelerinden biri olan, pek çok eski eser, antika, baskı, çizim ve kitap koleksiyonuna sahip British Museum, kesinlikle tam gün gezilmeyi hak ediyor. Ama bizim daha çok yer görmemiz lazım olduğundan sadece 2 saatte Mısır Salonu ile Roma ve Yunan eserlerinin bulunduğu bölümü ve Afrika antikalarını gezebildik. Bu müzede, İngilizler'in dünyanın pek çok köşesinden topladıkları eserler yer alıyor. Önce bu eserler burada ne arıyor ve ne hakla kaçırıldı diye düşünsem de eski eserlere ve sanata verilen değeri görünce, -iyi ki de toplayıp buraya getirmişler- demekten maalesef kendimi alamadım. Bizde malum eski eserler söz konusu olunca iki taşı üst üste görmek bile mucize oluyor. Nereidler Anıtı da bence bu eserlerin en güzeli. Likya'dan getirilen bu eserin altındaki açıklamada dönemin Osmanlı yetkililerinin bu olaya izin verdiği yazıyor. Ne acı...
Müzenin ardından, günlerdir sayıkladığım, King's Cross İstasyonuna, Harry Potter'ın 9 üç çeyrek peronunu ve buradaki duvara gömülü yük arabasını görmeye gittik. Vaktimiz olsaydı film stüdyolarının düzenlediği Harry Potter özel turlarına mutlaka katılırdım.
Perona geldiğimizde bizi feci bir fotoğraf kuyruğu karşıladı. Demek ki tek meraklısı ben değilmişim.
Londra'ya gelmişken kraliyet bahçelerini ziyaret etmeden olmaz. Şehrin göbeğinde uçsuz bucaksız yeşillikler ve parklar görmek de bu şehre mahsus. Buckingham Sarayı'nın oldukça sade bir zerafeti var... Saray, yılın iki ayında halka açılıp ve 775 odadan sadece 20 odası gezilebiliyormuş. Pek çok turist, sarayın muhafızlarının nöbet değişimlerini izlemek için bahçenin etrafında toplanıyormuş. Buradaki en hoş olay, ağzında ceviz, deli gibi koşan bir sincabın yoldan karşıya geçerken, hızla gelen arabanın ortalaması sonucu son anda ezilmekten kurtulması oldu.
V for Vendetta filminde, kahramanımızın özgürlük ve demokrasi için havaya uçurduğu Parlemanto Binası ve Big Ben, Londra'nın yönetim gücünü vurgulayan bir merkez. Westminister Sarayı olarak da adlandırılan bina, Viktoria Gotik mimariye iyi bir örnek. Westminister Katedrali ve bahçesindeki sembol anıt mezarlar da yine bu bölgede yer alıyor. Big Ben olarak adlandırılan altın varaklı saat kulesi, şehrin pek çok noktasından görülebiliyor. 
Yorulsak da yola devam... Bir sonraki durak olan London Eye, yani büyük dönme dolap zaten yolumuzun üstünde. 135 metre yüksekliğinde ve Avrupa'nın en büyüğü... 32 bölmesi var ve bir tur yaklaşık yarım saatte tamamlanıyor. Biz bilet kuyruğuna girip biletlerimizi alana kadar hava hafifçe karardı. (Bence biraz araştırma yapıp biletleri önceden internetten almak, kuyrukta vakit kaybını çok engeller. Biz yapamadık, bari siz yapın...) Yüksekten görünen Thames nehrinin perspektifi ve Parlemanto Binası ile Big Ben çok etkileyici. Bunun haricinde bence bu alete binmenin pek bir özelliği yok. Özellikle de bilet kuyruğu düşünülürse...
Dönme dolaptan inip koşa koşa kapanmasına yarım saat kala akvaryuma girdik. Ayaklarımı artık hissetmiyordum ama iyi ki de gitmişiz. Buradaki bizi yutacakmış gibi sinsi sinsi bekleyen timsahı ve sevimli penguenleri bir daha nerede görürdüm bilmem.
Sonra ne mi yaptık, başbakanın evi "10 Numara" yı görmek için biraz daha yol teptik. Ancak artık sokağa polis kontrolünde girilebiliyormuş ve halka kapatılmış. Ne yapalım kısmet değilmiş...
Durun, gün daha bitmedi... Dünyaca ünlü oyuncakçı Hamley'se girip ardından Soho'ya kadar yürüdük ve Burger&Lobster Restaurantında yemek yiyebilmek için tam 2 saat sıra bekledik. Bu süre zarfında allahtan içerde bekleme bölümünde 2 tabure bulduk da biraz dinlenebildik. Bu bir zincir restaurant ve menüde sadece 3 seçenek var. Ya hamburger, ya bütün bir istakoz ya da istakoz dürüm yiyebiliyorsunuz. Ali burger, ben de bütün istakozu tercih ettim. İnanılmaz güzel bir yemekti. İyi ki beklemişiz. Hoş cuma akşamları Londra'da nerede yesek en az 1 saat sıra beklerdik. İngilizlerin pub kültürünü de böylece görmüş olduk. Soho, tam bir pub ve restaurant cenneti. Herkes işten çıkıp soluğu buralarda alıyor ve geç saatlere kadar öbek öbek caddelerde içkilerini içip laflıyorlar...

15 Kasım 2014

Sabah erkenden Nothing Hill'in yolunu tuttuk. Cumartesileri Portobello pazarının kurulduğu bu semt, Hugh Grant Ve Julia Roberts'ın başrollerini paylaştığı "Nothing Hill" filmi ile ünlü oldu. Bu trendy pazarda, antikacılar, eskiciler, çiçekçiler, hediyelik eşyacılar, vintage mağazalar ve gurme tezgahları içiçe... Biraz karıştırmacı ruhunuz varsa çok güzel ve uygun fiyatlı parçalar bulmak mümkün. Biz metal bir sabunluk (7 paund) , kurutulmuş kelebek tablosu (9 paund), dürbün (4 paund) ve pusula (4 paund) aldık. 

Şimdi sırada Madam Tussauds Müzesi var. Burası görülecek yerler listemizin en altındaydı ama Portobello'ya gidince yolumuzun üstünde kaldığı için gezme fırsatı bulduk. Bu müze balmumu heykelleriyle dünyaca ünlü yazarları, sanatçıları, sporcuları, siyasetçilerine ev sahipliği yapıyor. Bu heykelleri, çoğu zaman gerçeklerinden ayırt etmek zor. Buraya çok istemeyerek geldik ama benim en çok eğlendiğim yerlerden biri oldu. Sinirimiz bozulacak diye korkup "korku salonu"na girmekten vazgeçtim. Gezi sonundaki Londra tarihini ve değerlerini gördüğümüz bölüm de bence bir harikaydı. Fransız Madam Tussauds'a herhalde Londralılar hayrandır diye düşünüyorum:) 1802 yıllarına dayanan bu oluşum gerçekten etkileyici ve eğlenceli... 
Günümüzü erken saatte otele giderek tamamladık O denli yorgunuz ki hiç bir kuvvet bizi dışarı çıkaramaz. Üzgünüm, Londra'da bir cumartesi gecesi... Eğlenceli olabilirdin belki ama artık bir dahaki sefere :)

16 Kasım 2014

Bugün Londra'daki son günümüz. Akşamüzeri 16:00'da uçağımız var.
Son güne kala kala, otelimize çok yakın olan Hyde Park kaldı. Burada yaklaşık 1 saate yakın yürüyüş yaptık. Parkın tek tarihi köşesi, 1783 yılına kadar şehrin idam meydanı olan Marble Arch... Şu an İngilizlere özgü bir pazar geleneği olan "konuşmacılar köşesi" burada yer alıyor. Ben de İngiltere'nin özgürlükçü ve demokratik yapısına güvenip epey içimi döktüm:)

*****
Dolu dolu bir gezi oldu Londra seyahatimiz. Ali daha evvel uzun süreler burada bulunduğu için bu şehri iyi biliyor. Her zaman söylerdi "Londra'ya bayılacaksın, gerçekten dünyada yaşanabilecek yerlerin başında gelir" diye. Orada gözle görülür bir ırkçılık yok. New York gibi, herkesi kucaklayan, evrensel bir şehir. Doğrusu 4 gün boyunca kendimi çok yabancı hissetmedim. Daha gezilecek çok yer var. Bazı şeyleri de bir dahaki ziyaretimize bırakmak lazım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder