25 Ocak 2016

Chalkidiki yani şu bizim Halkidiki

6 Temmuz 2015
 

Halk arasında "Üç Parmaklar" olarak bilinen Halkidiki Yarımadısı, Kassandra, Sithonia ve Pre Athos (Aynoroz)'dan oluşuyor. Kassandra, bu bölgenin en turistik yeri. Türklerin de tercih ettiği oteller burada yer alıyor. İkinci parmakta ise villalar ve pansiyonlar çoğunlukta olup  yeşillik ve doğa harikası. Pre Athos bölgesinde konaklama yok; Burası çok ilginç bir yer, Halkidiki yarımadasının en kuzey çıkıntısı, özerk bir bölge ve sadece manastırlar ve onlara bağlı kolonilerden oluşuyor. İşin ilginç tarafı bu bölgede dişi sinek dahi yaşamadığı gibi, deniz yoluyla yaklaşırken içinde dişi bir canlı olan teknenin en az 1 mil açıktan geçmesi gerekiyor.
Biz Halkidiki'ye denizden geldik. Daha önce 2004 yılında arabayla bu bölgeleri epey gezmiştik ama kar-kış pek yararlı bir gezi olamamıştı...
Yarımadaya tekneyle kuzeyden yaklaştığımız için ilk karşımıza çıkan bu etkileyici dağ oldu: Athos ...
Denizden gördüğümüz kadarıyla yerleşimler yamaçlara yapılmış ve oldukça devasa binalar hakim. 


Teknemizi Panayia Kasabası'na bağladık. Burası minnacık bir yer. Tek özelliği, bu koydan Athos Dağı'na giden günlük gezi teknelerinin çıkması. Sabah ve akşam saatlerinde kısa bir süre epey kalabalık oluyor yani. El ayak çekilince ortada gezinen birkaç kişi kalıyor. Zaten kıyıda da 2 restaurant var topu topu... Yarın için şimdiden arabamızı kiraladık. 
  
Akşam yemeğimizi tembellik yapıp Aristo Balık Restaurantında yedik. Zaten burada iki yer var. Benim yemeğim midyeli piav; biraz daha sulu olsa süper olurmuş. 



7 Temmuz 2015

Stagira Köyü, Aristo'nun doğduğu yer olarak geçiyor. Köyün çok güzel olduğunu söyleyemeyeceğim ama girişteki Aristo Parkı oldukça ilginç.



Aristo, M.Ö. 385 yılında doğmuş ünlü bir Yunan düşünürü ve filozofu. Plato'nun öğrencisi olarak 20 yaşından sonra Atina'da eğitim görmüş. Plato'nun ölümünden sonra, Makedonya Kralı 2. Philip tarafından oğlu Alexander'ın eğitimi için çağırılmış. 
Bu önemli şahsiyet için doğduğu köyde, çalışmalarına atıfta bulunan bir park düzenlenmiş. 
Parkın asık suratlı bir garson kızın olduğu kafesinde yeşil çay içip interneti resmen sömürdük.
İkinci durağımız geleneksel evleriyle ünlü Arnea köyü. Burada evler, Türk evi minarisini andırıyor. 1820'li yıllara ait olan binalar, çok iyi korunmuş. Evlerin duvarlarında hikayeleri de var. Bence iyi bir restorasyon çalışması. Evler Türk evi izini taşıyor. Kendinizi eski bir Osmanlı kasabasında gibi hissediyorsunuz.


Köyün meydanında menüsünde hemem hemen hiçbir şey olan bir tavernada öğle yemeğimizi yedik. Yemekten sonra kendimizi Selanik yolunda bulduk. Buraya kadar gelmişken Atamızın evini ziyaret etmeden geçemedik.
Atatürk'ün doğduğu evin ön parselinde Türk Konsolosluğu bulunuyor. Biz 2004 senesinde, karadan yaptığımız olaylı bir Yunanistan gezisinde burayı ziyaret etmiştik. O zaman ev, etnografya müzesi gibi yaşamın canlandırıldığı ve eşyaların sergilendiği bir mekandı. Bir süre önce tadilat gören bina, yeni bir düzenleme ile restore edilmiş, odalara Atatürk'ü anlatan panolar ve filmler yerleştirilmiş; biri genç diğeri orta yaşlı iki Atatürk heykeli Yılmaz Büyükerşen tarafından yapılmış. Bence bu haliyle daha düzenli ve ciddi bir görüntü sergiliyor ancak eski hali daha samimi ve özellikle çocuklar için daha akılda kalıcıydı...


Müzeye kapanmasına yakın gitmiştik; çıkışta kemerlere kadar yürüdük. Buradaki kiliseden bozulup cami haline getirilen ve daha sonra restore edilip, sıvanan mozaikleri açığa çıkarılan yapı çok hoşumuza gitti. Bence İstanbul'daki Ayasofya müzesinden sonra ikinci ilgi çekici bina olabilir.


Selanik'in tarihi yapılarının başında gelen kemerlerin üzerindeki rölyeflerler çok güzel...
Selanik'in simgesi Beyaz Kule'ye de gitmesek olmazdı. 
Hava o denli nemli ve sıcaktı, ben de detokstan ötürü o kadar aç ve yorgundum ki, kulenin tepesine Azmi hariç hiç birimiz çıkamadık. Kafede oturup internete girip soğuk kahvelerimizi içmek daha keyifliydi. 
Akşamüstü 8 gibi Selanik'ten ayrıldık. 9 gibi arabayı bırakıp doğru dinlenmeye çekildik...

8 Temmuz 2015


Kahvaltı sonrası yola çıktık ve motorla yaklaşık 3 mil uzaklıktaki Dhiaporos Adası'nın Kriftos Koyu'na demirledik. Buranın denizi göl gibi ve dibi balçık. Yüzmek pek iç açıcı değil ama hava bugün oldukça sıcak olduğundan denize girdik. Burası Hisarönü Körfezi'ndeki Bencik Koyu'nu andırıyor. Orayı da pek sevmeyiz ama bizden başka herkes bayılır. Halkidiki'ye bu kadar yakın olması aslında burada yer alan villalar için büyük avantaj. Hem çok sakinler hem de medeniyete deniz motoruyla yarım saat uzaktalar.


9 Temmuz 2015

Arı istilası sonucu kahvaltımızı etmeden Diaporos Adası'ndan ayrıdık. 3 mil uzaklıkta ana karadaki Dimitriaki Koyu'na demir attık. Koyun içi 3 m. civarında derinlikte ve dibi kum olduğu için çok rahat demir tutuyor. 


Koy, yüzmek için de çok uygun. Kıyıda plajlar ve karavan tatili yapan İtalyanlar var. 
Akşamüstü yürüyüş yapmak için botla karaya çıktık. Meğerse görünen binalar özel mülkmüş ve yürümemize izin vermediler. Bodyguard kılıklı dev gibi bir Yunanlı bizle kibarca konuştu... Botumuza geri döndüğümüzde iplerinin çözülmüş olduğunu gördük. Kim yaptıysa doğrusu hiç misafirperver değiller...
Kıyıya çıkmanın tek güzel yanı denizin şekil verdiği kayaları yakından görmekti.

10 Temmuz 2015

Bugün Amouliani adasının feribot yanaşan limanının sancak tarafına 3,5 - 4 metreye demir attık. Her yarım saatte bir ana karadan feribot geliyor ve gidiyor. Doğrusu çok işlek bir ada... O kadar çok gelen giden var ama biz karaya çıkınca bizim Avşa gibi bir yer çıktı karşımıza. Düzensiz yapılaşma, özensiz binalar, çocukluğumuzun sayfiye kasabaları... Doğrusu bu trafiğin manasını o an bir türlü çözememiştim. Ertesi gün ise anladım ki burası Athos'a çok yakın olması nedeniyle bu denli kalabalık. Belki de oraya en yakın sayfiye yeri... Burada da Trabzonlu bir garson bulduk. Konuşmalarımızdan bizim Türk olduğumuzu anladı. Her sene memleketini ziyarete gelip gidiyormuş tam bir Rum-Laz karışımı...




Adada gezilecek 1-2 sokak var ve pek de bir şey yok. Birkaç butik, sahilde dondurmacı ve kafeler, bir iki taverna... 
Ali ile bir tavernada oturup salata ve musakka yedik. Sonra Zeliha ve Azmi de geldi beraber bir kafede oturup kahve içip dondurma yedik ( biz Zeliha ile yemedik valla)... 


11 Temmuz 2015

Sabah 7 gibi yola çıkıp 3 mil ötedeki Ouranopoli'ye demirledik. Burası Athos dağındaki manastırlara denizden ulaşım yeri; yani manastırdan önceki son nokta. 
Kahvaltıdan sonra Ali ile botumuza atladık. Yarı yolda Ali'nin yanına pabuç almadığı anlaşıldı ama yine de geri dönmedik. Kıyıya çıkınca ilk işim gidip ona terlik almak oldu. 


Burası oldukça dini nitelikler taşıyan bir kasaba. Her yerde dini objeler ve Athos dağındaki manastırları anlatan kitaplar var. Sahildeki botlara yetişmek için koşan eli fotoğraf makineli bir dolu insan, ortalıkta dolaşan din adamları, sahil güvenlik, oldukça karışık bir ortam. Athos dağındaki manastırlara gidebilmek için erkek olmak ve özel izin almak şart. Orası özerk bir bölge ve dişi sinek dahi giremiyor. Kitap ve magnet alıp biraz da dolaşıp Moshonis'e döndük.


 

 Chalkidiki yarımadasının ikinci parmağının ucundaki Porto Koufo'ya geldiğimizde saat 17:00 idi. Önce demir attık sonra da yan tonoz boşalınca ona bağlandık. Akşam yemeğini sahilde yedik. Buradaki görevli kız da Türktü ve soyadı Karagözoğlu idi ve söylerken anormal zorlanıyordu:)
Porto Koufo, küçük bir balıkçı kasabası. Burası, Yunanistan'daki en geniş ve güvenli doğal limanlardan biri. Coufos, Yunanca sağır anlamına geliyormuş. Çünkü limanın dışındaki denizin sesi buradan anlaşılmıyormuş. II.Dünya Savaşı sırasında Alman denizaltıları burayı saklanmak için kullanmış. 11 Eylül 2004'te burada askeri bir helikopter düşmüş ve 17 kişi ölmüş. Ölen grubun içinde dini bir  olay için Athos'a giden Mısır'ın Rum Patriği, Afrika Ortodoks Hristiyanlarının Rum Lideri ve heyeti  bulunmaktaymış. Kasabanın kıyısında düşen helikopterin kalıntıları ile birlikte bir de anıt yer alıyor. 

12 Temmuz 2015

Bugün yol katetmek yerine dinlenmeyi seçtik ancak pek dinlenebildiğimiz söylenemez. Teknenin mazotunu yedek depodan doldurduk. Bu konuda bize dünkü Türk kız yardımcı oldu. Sonra üç damacanadan teknenin suyunu ekledik, sonra damacanaları alıp botla sahile gittik, sularımızı doldurup marketten biraz alışveriş yapıp döndük.  Halkidiki seyahatimiz burada bitti. Doğrusu bu seyahatin en güzel tarafı yıllar sonra yine Selanik'e gitmek oldu. Atatürk'ün evini daha defalarca da ziyaret edebilirim.



Athos Dağı

Burada Athos Dağı'ndan tekrar bahsetmek istiyorum. Halkidiki seyahatine çıkmadan evvel doğrusu böyle bir yerin varlığından dahi haberim yoktu. Yunanistan'ın Halkidiki Yarımadası'nın Ege Denizi'ne doğru uzanan 3 dar ve uzun yarımadanın en doğuda olanı olan Aynoroz'un toprağı kalkerli ve oldukça dağlık. En yüksek noktası da adanın güneyindeki Athos Dağı (2.033 m.) . Nüfusun çoğu rahiplerden oluşuyor ve 2.250 kişi kadar. Burada 20 kadar manastır var. Her manastırı temsil eden 20 kişi ve küçük bir meclis tarafından yönetilen yarımada Yunanistan'a bağlı. Halkın başlıca gelir kaynağı, zeytin, bağcılık ve hayvancılık. Bölgeye kara yoluyla değil, sadece deniz yoluyla ulaşılıyor. Önce Selanik'ten randevu ve pin kodu, ardından limanın oradaki bürodan giriş izni almanız gerekiyor. Hele yabancıysanız bunların yanında kendi konsolosluğunuzdan tavsiye kağıdı, Yunanistan Dışişleri bürolarından izin kağıdı gibi şeyler almanız gerekiyor. Yani bu kutsal bölgenin huzurunu bozmamak için yalnızca erkek olmanız yetmiyor. Hepsini yaptınız topu topu 4 gün kalabiliyorsunuz.  10. yüzyılda dinsel bir topluluk olarak doğan Aynoroz, BizansOsmanlı ve Yunan egemenlikleri boyunca bağımsızlığını korumayı başarmış. Aynoroz nüfusunun tamamı erkek. Başta da belirttiğim gibi kadınların girmesi kesinlikle yasak. Burası Dünya ve Yunanistan'ın tek kadınsız bölgesi.. Aynoroz'un ortak bir plana göre yapılan 20 manastırı da kuleli bir surla çevrilmiş olan geniş avlulu kaleler. 10. yüzyılda yapılmaya başlanmış olan kiliseler dinsel konulu Bizans duvar resimleriyle süslenmiş.  
Tom Cruise de Athos Dağı'na gelip manastır hayatını incelemiş. Manastırdaki rahipler tarafından bu durum gizli tutulurken Cruise, oradaki ziyaretçiler tarafından tanınmış... Athos Dağı, 1988 yılında Unesco'nun Dünya Mirası listesine alınmış.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder