22 Ocak 2016

Room


Emma Donoghue'nin Room (Oda) adlı romanından uyarlanan filmi uzun zamandır merakla bekliyordum. Bu roman, kurgusu ve konusuyla beni o kadar çok etkilemiştir ki en sevdiğim 10 kitabın içine rahatlıkla koyabilirim.
17 yaşındayken sapık ruhlu bir adam tarafından kandırılarak bir kulübeye kapatılan ve yıllarca tecavüze uğrayan Joy, tecavüzcüsünden bir çocuk sahibi olmuştur. Sadece tepe penceresine sahip ve şifreli bir kapıyla girilen kulübede artık 5 yaşına gelen oğlu Jack ile birlikte yaşamaktadır. Yaşlı Nick bazı geceler yine Joy ile birlikte olmak için yanlarına gelir. Joy, Jack'i adamdan çılgıncasına saklar. Onun geldiği zamanlarda Jack. odadaki gardrobun içine saklanır. Odada sadece yatak. dolap, küvet, klozet, lavabo, küçük bir mutfak ve eski bir televizyon vardır. O yaşına kadar Joy, Jack'e dünyanın sadece odadan ibaret olduğunu ve televizyondaki her şeyin gerçek olmadığını anlatmıştır. Beş yaşına basan Jack'e dışarıdaki hayatı da anlatmaya başlar. Jack'in buna inanması zaman alacaktır. Joy, odadan kaçmak için son kozunu kullanmaya karar verir. Jack'i sanki ölmüş gibi bir halıya sarar ve yaşlı Nick'in onu gömmeye götürdüğü zaman kaçmasını tembihler... Plan işler, ancak kamyonet ışıklarda durduğunda Jack aşağı atlamaya çalışırken düşer ve Nick'e yakalanır. Oradan geçen köpekli bir adam olayda bir tuhaflık olduğunu sezip Nick'in üzerine gidince Nick Jack'i bırakıp kaçar. Jack'in polislere anlattığı tuhaf şeyler işe yarar ve Joy kurtarılır. 



Artık ikisi de serbesttirler. Jack'in dış dünyaya alışması biraz zaman alacaktır. Ayrıca güneş ışığı ve havadaki mikroplara da alışmak durumundadır. Joy'un anne ve babası da olayları ve tecavüzcüden olan torunlarını benimsemekte zorluk çekerler. Joy ise 7 senelik esaretin sonucunda ruhsal olarak diplerdedir ve intihara teşebbüs eder. Anne ve oğul bu süreci birlikte geçirecek ve huzurlu hayata alışmayı zamanla öğreneceklerdir. Yaşamlarının o evresine son verip yeni hayatlarına başlamak için işe "oda"ya geri dönüp her şeye "bye bye" demekle başlarlar...



Filmi başından sonuna kadar gözümde yaşlarla seyrettim. Son derece duygusal, İnanılmaz güzel bir roman, başarıyla uyarlanmış bir senaryo, baş roldeki Brie Larson (- ki daha önce hiçbir filmini izlememişim) çok çok iyi...2006 doğumlu Jakob Tremblay için ise diyecek laf bulamıyorum. Filmin başarısının temelinde onun içten oyunculuğu yatıyor. Golden Globe ödül töreninde en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanan Brie Larson, onun için "Jakob olmasaydı ben bu ödülü alamazdım" dedi... Bence kesinlikle Oscar'ı da alacak ama dediği lafa hak vermemek çok zor... Kesinlikle görün derim. Ben o denli merak ediyordum ki filmin sinemalara gelmesini bekleyemedim. Umarım gelir ve Türkiye'de epey bir kesim tarafından seyredilir. Oscar'larda da hak ettiği ödüllere kavuşur...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder