31 Ekim 2016

Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş - Jose Saramago



1998 Nobel Edebiyat Ödülünü kazanan Jose Saramago’nun  kitabını ilk kez okuyorum. Doğrusu epey araştırdım ilk önce hangisinden başlayayım diye ve “Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş” u seçmem isabetli bir karar olmuş. Ben kitaba bayıldım. Hem  okuması keyifli, hem konu ilginç, hem çevirisi harika – ki bu çok önemli- , hem de gerçek bir edebiyat eseri… Bir kere kitapta nokta ve virgül hariç noktalama işaretleri yok; diyalogları uzun paragrafların içinden çıkarmak okuyucuya kalıyor. Bu ilginç yazım şekliyle ben ilk kez karşılaştım; ilk başta gözlerime inanamadım ancak okumaya devam ettikçe noktalama işaretlerini aramaz oldum.
“Ertesi gün kimse ölmedi” cümlesiyle başlıyor kitabımız. X bir ülkede, ölüm o zamana kadar üstlendiği görevinden vazgeçer ve artık kimse ölmemeye başlar. Bu durum ilk başta sevinçle karşılasa da zamanla durumun vahameti ortaya çıkar. İnsanlar ölmemekte, ancak zaman akmaya devam etmektedir. Yani bir müddet sonra yaşlı, hastalıklı ve ölemeyen insanlar çoğalacak, bu da kaotik bir ortam yaratacaktır. Cenaze töreni düzenleyenler, tabut imal edenler işsiz kalırken hastaneler ölemeyen insanlarla dolar taşar. Kilise ve din adamları ne yapacaklarını şaşırırlar… Ölmek isteyip ölemeyen ve evinde ölmek üzere olan yakını olanlar için mafya olaylara el atar…

Herkes bu duruma adapte olmaya başlamışken ölüm, beklenmedik bir anda yine geri döner. Bu kez taktik değiştirmiştir. Ölecek olanlara bir hafta önceden bir eflatun zarf gönderir ki kişi kendini ölümüne hazırlasın. Bu durum toplumu daha da kaosa sürükler. Kimse eflatun zarfları almak istememektir ve ölüme giden son bir hafta oldukça acıklı geçmektedir. Bu sırada ölümün bir müzisyene gönderdiği eflatun zarf ısrarla geri döner. Ne yaparsa yapsın ölüm meleği bu durumla başa çıkamaz ve müzisyeni yakın takibe alır. Bu durumu biran önce çözmesi gerekmektedir ki görevinin başına rahatlıkla geri dönsün…

Veee “Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş”, başladığı gibi biter:
 "Ertesi gün hiç kimse ölmedi."

Saramago’nun Türkiye’de yayınlanan kitapları vikipediada şu şekilde geçiyor. Bana da bunları tek tek alıp okumak kalıyor:




As intermitências da morte


27 Ekim 2016

Havva'nın Üç Kızı - Elif Şafak


“Bit Palas” ile başlayan iyi bir Elif Şafak okuru olma hikayem inişli çıkışlı olarak devam ediyor. Yazarın bu ilk kitabı beni kendimden geçirirken daha sonraki kitaplarını “Baba ve Piç” hariç oldukça vasat bulmuştum; ta ki gözdem “Aşk” romanına kadar… Bence Şafak’ın başyapıtı oldu bu kitap… Son kitabı “Havva’nın Üç Kızı” ise benim için tam bir hayal kırıklığı oldu… Bundan sonra da yazacak Elif Şafak ve ben yine kitaplarını ilk okuyanlardan olacağım; o da ayrı mesele…
Bir kere romanın adı "Havva'nın Üç Kızı" ve biri ateist (Şirin), biri iyi Müslüman (Mona), biri arafta(!) (Peri) kalmış üç Müslüman kızın Oxford'da kesişen hayatlarını anlatıyor. Ancak kitap sadece Peri'nin hayatına odaklanırken diğer ikisi sadece figüran görevi görüyor. Elif Şafak, diğer ikisinin hayatını konu eden başka kitaplarla bir üçleme yaparsa kendini okuyucuya ve aynı zamanda Mona ve Şirin'e affettirebilir diye düşünüyorum.
Peri, hayatı boyunca arada kalmış, yani Elif Şafak'ça "arafta" bir karakter. Peri'nin annesi oldukça dindar ve muhafazakar ve bir tarikata üye. Babası ise tam bir materyalist ve dinle dalga geçiyor. İki abisinden biri solculuğu tercih edip ideolojisi uğruna hapislere girerken diğeri sağ görüşü destekliyor. Aslında Şafak'ın kitapla ilgili pek çok röportajında belirttiği gibi ailede Türkiye'nin demografik yapısını gözlemlemek mümkün... Peri, çocukluğunda yaşadığı ve kitabın sonuna doğru ortaya çıkan bir aile sırrı nedeniyle bir bebekle ilgili kabuslar ve hayaller görüyor. Oxford'a okumaya gittiğinde de bu hayal peşini bırakmıyor. Oxford'da Tanrı inancını ders olarak işleyen Prof. Azur'dan ders almaya başlıyor ve bir şekilde ondan etkileniyor. Peri'nin hezeyanları, okulu bırakması ve profesörün okuldan atılması aynı zamana rastlıyor. Sonradan anlıyoruz ki Peri arafta :) kalıp Prof. Azur ile ilgili vermesi gereken ifadeyi okul yönetimine vermemeyi tercih etmiş. 
Günümüzde ise Peri'yi, zengin ve saygın bir eşi olan, ergen kızıyla geçinemeyen, ikiz çocukları olan bir kadın olarak görüyoruz. Seçkin arkadaşlarının evinde, şehrin ileri gelenlerinin olduğu bir akşam yemeğinde, sıkıcı konuşmalar arasında, bir dolaba saklanıp yıllar önceki küskünlüklerini çözmeye çalışırken gerçekten anlamakta zorluk çektiğim ve bir mana veremediğim bir sonla kitap bitiyor. Bense "bu mu yani?" diyerek kitabı diğer Elif Şafak kitaplarımın arasına -ki aralarında eksik yoktur- kaldırıyorum...


Zamanın Rengi Aşktır - Iris Johansen


Iris Jojansen ile ilk kez bu kitapla tanıştım. Aslında yazarın polisiye ağırlıklı kitapları varmış fakat bu roman tamamıyle vıcık vıcık bir aşk romanıydı. Ortaokulda annemden gizli gizli okuduğum Barbara Cartland kitaplarından sonra lise çağlarıma denk gelen "Beyaz Dizi" furyasına pek kapılmamıştım. Yani kısaca buram buram aşk kokan kitapları pek sevmem ve laf aramızda nefret ederim. Zamanın Rengi Aşktır kitabını da hiç sevmedim. 
Efsane patenci Anthony Malik, olimpiyatlarda kazandığı altın madalyadan sonra, buz patenini zirvede bırakır. Yine kendisi gibi patenci olan 20 yaşındaki Dany'nin hamisidir ve onu olimpiyatlara hazırlamaktadır. Dany, anne ve babasını küçük yaşta kaybetmiştir. Hayatının amacı iyi bir buz patencisi olmak ve çocukluğundan beri aşık olduğu Anthony'nin gözüne girebilmektir. Tabii ki ikili arasındaki tutkulu aşk çok geçmeden yaşanacaktır. Saçma sapan kıskançlıklar, yanlış anlamalar derken kitabın sonuna ve olimpiyat yarışlarına geliriz. Veee bilin bakalım ne olur? Tabii ki kızımız madalyayı ve hayatının aşkını aynı anda kazanır...
Zevk sizin... Aşk romanı sevenlere duyurulur...

White Satin









22 Ekim 2016

Golem ve Cin / Helene Wecker


Yalnız bir Yahudi olan Rotfeld, sahip olduğu mobilya atölyesini batırır ve her şeyini satıp NewYork’a gitmeye karar verir. Seyahate çıkmadan önce ihtiyar Schaalman’dan kendisine hayat arkadaşı olacak bir Golem yapmasını ister. Golem’i ile birlikte gemiye binen  Rotfeld, Golem’i dirilttikten sonra  apandisiti patladığı için ölür. Yalnız kalan Golem, henüz yeni doğmuş bir çocuk kadar cahildir. Kimliği polis tarafından sorgulanan Golem, gemiden atlayarak NewYork’a ayak basar.
Golem’in kıyıya çıktığı yere yakın olan aşağı Manhattan’ın Küçük Suriye mahallesinde kalay ustası olarak yaşayan Arbeely’e tamir için bir ibrik gelir. Tamir sırasında ibriğin içinden hapsedilmiş bir cin çıkar. Cin, kalaycının yanında zanaat öğrenir ve orada yaşamaya başlar ve kendisine Ahmed ismi verilir.
Golem, yaşlı bir haham olan Rabbi Meyer tarafından himaye altına alınır. Rabbi, Golem’e Havva adını verir . Golem sahipsiz yaşayamayan bir varlıktır ve Havva için yeni sahip edinme koşulları, dünyaya gelme ve yok edilme komutları üzerinde Rabbi çalışmalar yapmaya başlar. Havva da bu sırada bir pastanede çalışmaya başlamıştır. Bir müddet sonra Rabbi hastalanarak ölür, Golem ise yalnız kalır.
Bu arada golem’i yaratan Schaalman, gördüğü bir rüyanın etkisiyle, ölümsüzlüğün peşinde New York’a gelir. Temelinde dini eğitim alan yaşlı adam, bulduğu bir büyü kitabıyla büyücüye dönüşmüştür.  Schaalman, NewYork’a ayak basar ve  Rabbi’nin dinsiz yeğeni Michael’in  sahibi olduğu bir Musevi sığınma evine kendini yerleştirir. Michael ise Golem’e karşı ilgisiz değildir. Onu normal bir kadın zannetmekte ve evlenmek istemektedir.
Golem ve Cin bir gün NewYork sokaklarında tesadüfen karşılaşırlar. İkisi de birbirinin insandan farklı varlıklar olduğunu anlar ve bu durum onların ortak sırrı olur; ikisi, haftada bir gece sabaha kadar kentin çeşitli bölgelerini turlarlar. Ahmed, metal işçiliğini sanat haline getirir ve ustasına çok paralar kazandırır. Havva da pastanede çalışkanlığıyla takdir kazanır. Bir gece arkadaşlarıyla birlikte şehrin tanınmış bir dans salonuna gider. Cin de gecenin ilerleyen saatlerinde onlara katılır. Çok eğlenirler ancak pastaneden arkadaşı Anna’nın erkek arkadaşı ile yaptığı tartışmaya Havva da dahil olur ve öfkesine yenilip adamı öldüresiye döver. Kendine engel olmak isteyen cini de tartaklar ve ikisinin yolu orada ayrılır. Kendisinin ne denli tehlikeli olabileceğini anlayan Golem, yeni bir sahip bulmak umuduyla Michael ile evlenmeyi kabul eder. Çiftin düğününde gelini aslında Golem’i yaratan kişi olan Schaalman verir. Havva ve Michael’in evliliği umdukları gibi gitmez. Bu arada Michael, Havva’nın bir Golem olduğunu, Schaalman’ın da bir büyücü olduğunu öğrenir. Schaalman ise anında Michael’i öldürür.
Cin, kendisini ibriğe hapseden büyücü Malik’in yıllar sonraki reankarne hali olan Schaalman’ı öldürebilmek için intihara kalkışır. Ancak Golem bunu öğrenir ve onu kurtarır. Büyücü, her ikisini de ele geçirir ancak büyü kitabındaki sözler, büyücüyü ibriğe sokmaya yeter. Cin, ibriği Beyrut’a götürüp gömer. Golem ise pastanedeki hayatına devam eder. Bir gün cinden NewYork’a gelip kaldığı yerden yaşamına devam edeceğine dair bir telgraf alır. Yeni hayatları onları beklemektedir.
Helene Wecker’in ilk romanı olan Golem ve Cin, iki ayrı kültürün efsanelerinden beslenen dev bir masal kitabı olmuş. Öyle ki ilk 100 sayfadan sonra insanlar ve olayların karışıklığı ve fazlalığı beni uzun yıllardan sonra ilk defa not olarak okumak durumunda bıraktı. Kitap bitince pek çok olayın ve karakterin aslında çok da önemli olmasa da kitabı zenginleştirdiğini keyifle fark ettim. Olay örgüleri çok akıcı bir şekilde devam ederken geçmiş ve olayın geçtiği yıl arasındaki geliş gidişler ve rüyalar kitaba farklı bir boyut kazandırmış. Bir ilk eser olarak bence oldukça başarılı bir kitap olan “Golem ve Cin”, ninelerinin masallarıyla büyüyen biz koca çocuklar için okuması keyifli, güzel bir eser olmuş.
Bu arada cinleri hepimiz masallardan az da olsa biliriz. Cinler wikipediye göre, modern veya antik birçok din ve inanışta, İbrahimi dinler de dahil, bulunan bir tür ruhani mitolojik yaratıktır.
İslam mitolojisinde cinlerin ateşten yaratıldığına inanılır. Bunların dışında cinlerin insanlardan farklı çeşitli özellikleri olduğu düşüncesi çerçevesinde birçok varsayım mevcuttur. Bunlardan bazıları; çeşitli şekillere girebildikleri, çok kuvvetli olup bazı ağır işleri gerçekleştirebilecekleri, istedikleri takdirde gözle görülebilir olabildikleri, çok hızlı hareket edebildikleri şeklinde sıralanabilir.
Golem kavramını ise ilk kez bu kitapta duydum. Yine wikipediye göre golem, efsanelerde ruhu olmayan genelde kilden veya topraktan oluşturulan bir canlıdır. Musevi folklorunda golemler genellikle insan şekli verilmiş çamurdan yapılırlar. Ruhları yoktur, zekaları düşük seviyededir. Genelde büyü ve tılsımlarla verilen emirleri yerine getirmesi için canlandırılır. Verilen emri yerine getirene kadar veya belirli bir zaman boyunca kalır ve sonra yok olur. 


The Golem & the Jinni