13 Ocak 2017

La La Land (Aşıklar Şehri)


Müzikallere alerjim var!... Evet yanlış okumadınız. Filmin senaryosu normal akışında seyrederken baş roldeki kadın veya erkek oyuncunun birden şarkı söyleyip dans etmeye başlamasına illet oluyorum. İşte "La La Land" de böyle bir sahne ile başladı. Sıcak bir yaz günü Los Angeles kara yolunda kalabalıktan ilerleyemeyen arabalar ve müzikle birlikte şarkı söyleyip arabalarının üzerinde dans eden tüm bir otoban dolusu insan… “Eyvah” dedim, “bu film bitmez”… Neyse ki Sebastian (Ryan Gosling) ve Mia (Emma Sone)'un yolu günümüze uygun bir şekilde kesişti (!) ve sahne sona erdi... (Laf aramızda bu sahne ileriki yıllarda en güzel film sahnelerinden biri olarak gösterilecek; bunu da adım gibi biliyorum.)
Sebastian, caz müziği tutkunu bir piyanist. En büyük hayali, engelsizce müziğini yapabileceği kendi caz kulübünü açmak. Mia ise hem Warner Bross Film Stüdyolarının kafesinde çalışıyor, hem de hayali olan oyunculuğun peşinde sürekli seçmelere katılıyor. İkilinin yolu bu sanat çevresi içinde aralıklarla kesişiyor ve sonunda beraber bir hayat yaşamaya başlıyorlar. Ancak gerçekleşen ve gerçekleşemeyen istekler, hayal kırıklıkları, başarı ve başarısızlıklar, iki sevgilinin yollarını ayırıyor. Benim krize girdiğim sahneler, film boyunca arada bir kendini göstermeye devam ederken ben de yavaş yavaş filme adapte olup keyif almaya başlıyorum. Çünkü "La La Land" gerçekten çok naif bir film. Aslında günümüzde geçse de 50’li, 60'lı yılların klasikleşen filmleri havasını sonuna kadar koruyor. Kıyafetlerde ve mekanlarda o nostaljik hava oldukça güzel sunuluyor. Dünyada gereken ilgiyi göremeyen caz da işin içine girince karşımıza şimdiden klasikleşmeye aday bir film çıkıyor. Bir de insanın içine işleyen bir son sahne var ki, hayatta küçük diye nitelendirebileceğiniz seçimlerin bile hayatımızı nasıl etkileyebileceğini çok naif bir şekilde işliyor.


Filmin oyuncuları Ryan Gosling ve Emma Stone, birbirleriyle müthiş bir uyum sağlarken içe işleyen ve yetenek kokan oyunculuklarıyla filmi top noktaya taşıyorlar. Filmin hem senaristi hem de yönetmeni olan Damien Chazelle’yi “Whiplash” filmi ile çok beğenmiştim. Chazelle, iki filmde de caz müziğine ve sanata olan tutkusunu çok etkili bir şekilde perdeye yansıtırken, J.K.Simmons’a La La Land’de verdiği minik ama etkili rol ile de gereken ilgiyi çekmeyi başarıyor. Yönetmen sayesinde ben bile çok sevmediğim caz müziğine alışma turları atıyorum… Her iki filmin de soundtrackleri gerçekten dinlenmeye değer… (Yanda, La La Land'in albümünü Spotify üzerinden paylaştım)



La La Land, bence bu senenin en iyi filmi. Altın Küre’de aldıkları ödüller de bir nevi gelecek Oscar’ların habercisi. Bence film, yılların tutkulu sinema seyircisine bir armağan. Hem klasik filmlere, hem romantizme, hen de sanatın tüm dallarına (-ki filmde tiyatro var, senaryo yazmak var, beste yapmak var, enstrüman çalmak var, dans etmek var, oyunculuk var) saygı çerçevesi içinde dokunan film, “sanatı özetle” diyen birine önerilebilecek bir eser… Bu arada Stone ve Gosling, rollerini başarıyla canlandırabilmek için sayısız dans dersleri almış ve Gosling de piyano çalmayı öğrenmiş. Ben çok sevdim… Mutlaka izleyin derim…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder