30 Aralık 2018

2018 İSPANYA'NIN KUZEYİ - VALLADOLİD


MADRİD'DEN TRENLE GİTTİĞİMİZ VALLADOLİD VE DOSTLARIMIZLA BULUŞMA...
İSPANYA LEZZETİ TAPASLARIN EN GÜZELLERİ...




















22 Aralık 2018

bir daha ve son defa Havana...

Aslında sizden 8 saat gerideyiz. Bu sebeple bu son günümüz 23 Kasım'a denk geldi yani Ali'nin doğum gününe... Kendisi kutlama sevmediği için ben hiçbir şey yapmayacağım özel olarak ona...

Havana'ya 17:00 gibi indik. Bu hava alanı kabusumuz biliyorsunuz. 14 gün önce bugün yine buraya inmiş ve valizlerimizin gelmemesiyle hayatımızın kabusunu yaşamıştık. Yani buranın kötü anıları çağrıştırması normal. Yine valizler bantta döndü, döndü, döndüüü ve sona yakın bizimkiler de geldi. Bu kez keyifle limandan çıktık. Kalacağımız otel ilk geldiğimizde kalamadığımız nostaljik Nacional Hotel... 1930 yılında açılan otel, adeta bir Küba tarihini barındırıyor. Pek çok filme konu olan otelde kalmak gerçekten bir ayrıcalık. Odaya eşyalarımızı bırakıp bizi bekleyen otobüse geldik. Son akşam yemeğimizi meşhur Havana Club'daki Show eşliğinde yiyeceğiz.

Buraya 2006'da da gelmiş ve güzel bir show izlemiştik. Bu gece yemekler ve içki ikramı da çok güzeldi. Müzik derseniz Küba'nın ünlü bir grubuydu ve danslar eşliğinde gerçek kalitede Küba müziği yapıyorlardı. Gecenin sürprizi ise Ekin'in Kulüp işletmecisi ile hazırladıkları olay oldu... Benim dahi haberim yokken solistlerden biri Ali'yi anons etti ve onun için çok güzel bir doğum günü şarkısı söyledi. Kimseye nasip olmaz böylesi gerçekten.







Gecemiz burada bitmedi tabii ki. Otobüsle otele dönüp kendimizi sokaklara attık ve daha önceden bildiğimiz başka bir klübe gittik. Adı El TurQuino, Habana Libre Otelinin en üst katında ve sigara içilmesi için çatısı açılıp kapanıyor. Günümüz Küba sanatçılarından biri müzik yapıyordu. Seyredeni de çoktu ama saba çok erken kalkacağımızdan geceyi çok uzatamadık ve otele dönüp uyuduk.

***

Yaşasın bugün ülkemize dönüyoruz. Gerçi tatilin her türlüsü güzeldir ama bu artık işkence olmaya başladı... Uzun otobüs yolculukları, onbeş günde dört kere uçak yolculuğu ve bugünkü uzun yolculuk, sabah erken kalkmak, akşam geç yatmak, Türkiye ile saat farkı, valizlerimiz, stress, farkında olmadan çok yorulmuşuz.

Sabahın köründe kalktık. Otel bize çok kötü sandviçler hazırlamış. Otel harika ama servis beş para etmez. Küba çok bozulmuş zaten. Hizmet sektöründekiler sanki lütfen çalışıyor. Hiçbir misafirperverlik yok. Herkesin suratı beş karış.

Uçağımız 9:35... Önce Venezuella'ya uçtuk. 3 saat sürdü. Burada yolcular indi. Uçakta su bile yoktu, takviye yapıldı, kulaklıklar ve battaniyeler tedarik edildi. 1 saat uçak temizlendi ve biz de içinde beklemek zorunda kaldık. Sonra havalandık ve 12 saatlik uçuşun ardından Atatürk Hava alanına indik. Dönüşte 15 gün kendimize gelemedik. Uyku düzenimiz şaştı. Sabaha karşı uyuyup gündüz 12'de uyandık... Benim iki dizim de feci şişti ve 10 seans fizik tedavi olmam gerekti. Grip oldum, antibiyotik aldım, öksürüğüm anca 20 günde geçti. Her şeye rağmen rağmen gezmek harika... Bu kadar uzun seyahat bir daha ne zaman yapabiliriz bilmem ama bir müddet dinlensek ve fabrika ayarlarına dönsek fena olmaz diyorum.

***
bir maceranın sonu.

21 Aralık 2018

MEKSİKA GÜNLERİ II

Tekrar Meksika'dayız ve Maya kültürünün izindeyiz. Sınırdan geçtiğimiz gibi yine bir antik şehre gidiyoruz. Bonampak, Maya kültürüne ait törenlerin, savaşların, yaşamın resmedildiği duvar resimleri ile meşhur... Bir de kız mı erkek mi olduğunu bir türlü anlayamadığımız, orman cini gibi her yerden biten, ağaçlara tırmanan, sarmaşıklarda sallanan ve sürekli peşimizde dolanan 8-10 yaşlarında iki çocukla...







Günün yorgunluğunun ardından bir ören yeri gezmek de bizi epeyce hırpaladı. Ve geceyi geçireceğimiz tatil köyüne ulaşıp yemek yememiz yine akşam 22:00'yi buldu. Yemek sırasında başlayan sağanak yağmuru elektrik kesintisi takip etti. Geceyi mum ışığında geçirdik. Sabah uyanıp odadan çıktığımızda kocaman sıçanımsı bir yaratık bizi karşıladı. Ne olduğu hakkında tam olarak bilgi sahibi olamasam da beni epey ürküttü.

***

Bu günü biz turun kızları birer Frida kılığında geçireceğiz. Ekin bunu ayarlamış ve hepimize birer çiçek taç yapılmış. Üzerimize de seyahat sırasında aldığımız renkli, desenli bluzlardan giyiyoruz. Hepimiz kon kon kelebek gibi olduk. İstikamet yine Maya uygarlığının önemli antik kentlerinden biri olan Palanque... Otobüs yolculuğumuz ise dört saat sürecek.




Palanque, M.S. 325-625 yılları arasında en parlak dönemini yaşamış ve ardından diğer antik şehirler gibi sır olmuş. En önemli yapısı olan Yazılı Tapınak'ın en alt katında mezar buluntularına rastlanmış, Lahdin içinde ise değerli taşlarla gömülmüş bir şekilde Kral Pakal bulunmuş. Bu mezar, aynen bulunduğu şekilde Mexico City'deki Antropoloji Müzesi'nde sergilenmekte. Bu antik şehirde gezerken bir taraftan da seyyar tezgahlardan alış veriş yapmanın keyfine varıyorsunuz. 








Biz burada Frida'lar olarak epey ilgi çektik. Herkes bizi çevirip amacımızı ve niçin böyle giyindiğimizi sordu... Bizi bir nevi protestocu zannedenler bile oldu. Bir daha anca maskeli baloda giyilebilecek taçlarımızla polisler bile bizi resimledi. Bu ilginç etkinlik, tüm gün boyunca bizi epey eğlendirdi...

Palanque'den sonra yolumuz San Cristobal De Laa Casas'a tam beş saat sürüyor. Yemeğimizi bir yol restaurantında taco çeşitleri olarak yiyoruz. Sonrasında 2100 m. yükseklikte şehre varmamız akşam 20:30'u buluyor. Bu güzel ve turistik şehri gezmek için epey geciktik. Otobüsten şehrin girişinde inip epey bir yol yürüyoruz ve bu arada geçtiğimiz güzel hediyelikciler teker teker kapanıyor. Otele gelip odalara valizleri atıp yemek yememiz ise 21:30 oluyor. Sokaklarda serbestçe dolaşıp birkaç seyyar satıcıyı canından bezdirip ucuza bluz ve çantalar alıyoruz. Barlar sokağı ve arkasındaki ıssız sokaklar biraz ürkütücü gelince kendimizi otele atıp bir sonraki günün uçak yolculuğu için valizlerimizi hazırlıyoruz.

***
Sabah çok erken kalkıp kahvaltımızı edip yola koyulduk. Tuxtla Gutirerrez Havaalanı'ndan 10:45 uçağı ile Merina Havaalanına uçacağız. Aslında istikametimiz Cancun... Bavullarımızı toplu check-in ile banda sokup rahatça uçağa bindik.


Biraz rötar, uçak seyahati, bindik, indik, valiz aldık derken tine saat 13:30 oldu. Yemek için Chichen Itza yolu üzerindeki Ik Kil'de yeraltı "cenote" (düdük) e gidip açık büfe yedik. Yucatan Yarımadasındayız ve bu bölgede görülen birçok cenotes epeyce eski. Cenoteslerin oluşum nedeni yeraltı mağaralarının kemerlerinin çökmesi ve bir tür kuyu haline gelmesi. Bu sebeple de içinde su var ve yüzülebiliyor. Bizden başka herkes bu kuyulara dalıp çıkıyordu. Bizse 35 derece sıcakta fenalık geçirmekle meşguldük. Burada epeyce oyalandık. Bir de alışveriş yapıldı ve bizden başka herkes dev Meksika şapkalarından aldı. Bense sadece fotoğrafıyla yetindim...




Yaklaşık iki saat sonra Chichen Itza'ya vardık. Burası gezeceğimiz son antik kent ve hepsinin kralı. 7 Temmuz 2007'de dünyanın yeni 7 harikasından biri olarak seçilmiş.
Biz neredeyse Chichen Itza'ya giremiyorduk. Kapıya geldiğimizde saat 16:30'du ve normal şartlar altında kapanış saati olduğundan bizi içeri almadılar. Yerel rehberin ve tur firmasının aldığı özel izinle 17:00'de içeri girebildik. Ve burayı oldukça sakin bir şekilde gezme imkanımız oldu. Çünkü normal saatlerde seyyar satıcılardan kurtulamıyormuşsunuz. Ören yerini sanki bize özel açmışlar gibi gezdik. 

Buranın en ünlü yapısı Kukulhan Piramidi. Mayalar burada tüm matematik ve astronomi bilgilerini döktürmüşler. Piramidin 4 cephesi var ve her cephede 91 basamak var.  91 x 4 = 364 bir de tepedeki en son basamağı ekleyelim 365 yani = bir yıldaki gün sayısı. Yılın gece ve gündüzün eşit olduğu iki günü, güneş ışıkları öyle bir vuruyor ki piramide,adeta bir yılan merdivenlerden aşağı süzülüyor gibi görünüyormuş. Bir de akustik çok ilginç. Piramidin karşısına geçip elinizi çırpınca yapı da size karşılık verip bir canavar sesi çıkarıyor. 






Tüm Maya şehirlerinde olduğu gibi burada da Jaguar en kutsal hayvan ve her yerde figürleri var. Burada da Kutsal Top Oyunu Sahası var ve oldukça iyi korunmuş. Nedir bu "kutsal top"oyunu? Daha önce gezdiğimiz antik şehirlerde de rastladık. Aslında oyun da denebilir dini tören de... Genellikle yedişer kişiden oluşan iki takım arasında oynanıyor ve genellikle oldukça başarılı savaşçılardan oluşuyor bu takımlar. Duvarlarda yatay çemberler var. Maksat topu el veya ayak değmeden,kalça, omuz ve dizlerle bu çemberlerden geçirip sayı yapmak. Ölümüne oynanan bu oyunda kazanan taraf kanları etrafa sıçratıla sıçratıla kurban ediliyor. Çünkü kurban edilmek oldukça kutsal bir kavram. İlginç ve oldukça vahşice değil mi?





Gezimizden sonra otobüsle 2,5 saat yolculukla Cancun'a vardık. Yine akşam yemeğini 22:00'de yiyoruz. Tüm gün çok yoğun geçti, Cancun'da bir de saat farkı var. Yani yine her şeye geç kaldık. Yemek sonra çılgın Cancun eğlencelerini görmek için sokağa çıktık. Burası herhalde Meksika'nın en güvenli bölgesi. Elimizi kolumuzu sallayarak rahatça dolaştık. Burası sıra sıra her şey dahil otelleriyle Antalya'yı çağırıştırıyor. Gece içkilerimizi yudumlayarak okyanusa ayaklarımızı sokmak ise günün en keyifli saati oldu. Aslında denize girme hayali ile geldik ancak yarın sabah 11:00'de otelden ayrılacağımız için o kadar az vaktimiz var ki...




***

Sabahı kahvaltı ve kıraat ile geçirdik. Denize girmeye ise oldukça üşendik. Üşenmeyip girenler çok keyif almışlar. Sonradan az biraz pişman oldum ama iki ayağımız bir pabuca sıkışacaktı gene. Daha önce Karaib Denizi'ne girmiştik zaten Jamaika ve Caya Largo'da... Ne yapalım kısmetse yine geliriz. Bu arada burada deniz oldukça dalgalı ve fırtınalı oluyormuş genelde ve bu yüzden kırmızı bayrak eksik olmuyormuş plajlardan. Biz şanslı bir zamanda oradaydık.





Otobüsle 20 dakika yolun ardından Havana'ya uçmak üzere Cancun Hava Alanına gittik. Uçağımız 14:50'de... Ver elini Küba...

***
devamı
bir daha ve son defa Havana













19 Aralık 2018

GUATEMALA-HONDURAS GÜNLERİ

Guatemala City'e indiğimizde çıkış kapısında yerel rehber bizi karşıladı. Rehberimizin adı Ruben ve 70 küsür yaşında, gerçek Maya bir Guatemalı... Guatemala'da nüfusun % 43'ü Maya ve bu da yaklaşık 4 milyon kişi demek... Eğitim seviyesinin çok düşük olduğu ve küçük yaştan çalışmaya başlamanın adet olduğu ülkede sadece 3 ad. Maya kökenli rehber varmış ve bunlardan biri de Ruben'miş...

Bizi oldukça içten karşılayan Ruben'le hemen anlaştık... Yerel tur firması hepimize şans bileklikleri ve worry bebek (endişe bebeği) hazırlamış hediye olarak... Otobüsümüz de Meksika'dakinden kat be kat konforluydu. Sabahki stresin ardından bu güzel karşılama hepimizin gerginliğini aldı. Bir de 26 kişi gezmek yerine 12 kişi gezmek tabii ki daha kolay oluyor. Hem çabuk toplanıyorsunuz, hem daha az kişinin keyfini bekliyorsunuz, hem de rehberi daha iyi duyup dinleyebiliyorsunuz.




Guatemala City'de bulunduğumuz tarihlerde bir Latin Amerika zirvesi olduğundan her yer eli kalaşnikoflu asker ve polis kaynıyordu. Ülke zaten güvenilir değil bir de üzerine bu görüntüler bizi epey ürküttü... Ülkemizin gözünü sevelim.

Ruben'in ilk işi bizi antropoloji müzesine götürmek oldu. Tam üç saat süren gezimizde gayet detaylı olarak Maya kültürü parçalarını inceledik. 








Müze gezimizin ardından otobüsümüze binip 2200 m. yüksekliğindeki Chichicastenango kasabasına doğru yola çıktık. Yolların çok virajlı olduğunu gelmeden önce bir kitapta okumuştum; bu yüzden tüm seyahatlerde mide bulantısı bileziklerimi takmayı ihmal etmedim. Yolculuk, hoplaya zıplalaya tam 3 saat sürdü ve bu süre zarfında hava da zifiri karanlık oldu. Bu durum hepimizi az da olsa gerdi... Güvenliğin son derece zayıf olduğu bir ülkedeyiz ve 12 kişilik turist kafilesi Guatemala'da katledildi gibi haber başlıkları aklıma gelmedi desem yalan olur. Yollardaki köyler o denli zifiri karanlıktı ki sanki kimse yaşamıyor gibiydi... Bazen ölü gibi sokak lambalarının altında siluetler görünüyordu gözümüze hayal meyal... Meğerse elektrik çok pahalı geldiği için fakir halk güneş doğarken uyanıp batarken uyumayı adet edinmiş... Bu arada yol boyunca gördüğüm süslü otobüslere bayıldım. Amerikalılar eski okul otobüslerini Guatemala'ya satıyormuş onlar da bunları kendilerince boyayıp süslüyorlarmış.




Akşam sekiz gibi kasabaya geldik ve İspanyol kolonyal mimarisi tarzı otelimize yerleştik. Her tarafta antika ve geleneksel eşyaların olduğu, çiçeklerle dolu bu otel hepimize çölde vaha gibi geldi... Hava oldukça soğuktu ve otelde ısıtma yoktu. Ama bizim odamızda bir şömine (gerçi yanmıyordu) ve 3 metre genişliğinde çift kişilik bir yatak vardı. Yatağın üzerinde ise gerçek yünden battaniyeler... Otelde bize mükemmel gelen bir yemek yedik. Guatemala'ya gelmişken öğünlerde tavuk yemeği tercih ettik. Çünkü gerçek köy tavuğunun cennetindeydik.






Yemeğin üzerine odamıza geçip worry bebeklerin şifasını deneyip yattık. Geceyarısı sıcak suyu kestiler, ışıkları da sigortadan kapattılar... Meğerse şömine üstündeki mum ve kibrit süs için konmamış... Bu arada worry bebeklerden bahsetmenin sırası geldi: 
Guatemala kültüründe, minik, kağıttan ve kumaştan yapılan bu bebeklere gece yatarken endişenizi söyleyip yastığın altına koyup uyuyorsunuz ve sabah kalktığınızda bebeği alıp okşayıp tekrar torbasına koyuyorsunuz ve bir bakıyorsunuz endişeleriniz geçmiş. Ne tılsımlı bir buluş değil mi? Bizde de "derdini söylemeyen dermen bulamaz" diye bir laf vardır. İçimizdekileri bir yere kusalım ki stresimizi atalım değil mi? Bence Guatemala'lılar psikolojik huzurun sırrını çözmüşler... Ben bu bebeklere bayıldım ve hediye olarak çok yakınlarıma almak için epey aradım...

***
Gezimizin 6. günü, Chichicastenango'da saat 7:00'de başladı... Güzel omletli bir kahvaltının ardından Maya mezarlığı ve buranın en ünlü pazarı bizi bekliyor. Bu geleneksel el işleri pazarı, perşembe ve pazar olmak üzere haftanın iki günü kuruluyor. Turumuz da bizi düşünüp programı perşembe gününe ayarlamış.

Chichicastenango, yüzde yüz bir Maya kasabası. Mayalar, geleneklerine son derece bağlı, renkli ve milli giysileri içinde dolaşan, ufak tefek, kara kuru, pigme tipli bir halk. Maya Mezarlığı da dünyada görülebilecek en ilginç mezarlıkların başında geliyor. Mezarlar rengarenk ve adeta mini evleri andırıyorlar. Ruben'in Maya olması sayesinde bu kültür hakkında haddinden fazla bilgi sahibi olduk ve mezarlıkta neredeyse bir saat geçirdik. Bu arada bir Maya ayinine denk geldik ancak Ruben'in ricası ile film ve fotoğraf çekemedik. Burada kan ve bir takım bitkiler yakarken dualar ve ilahiler mırıldanıyorlardı. Ruben bahsetmedi ama okuduğum bir kitapta yaktıklarının ölülerin kemikleri olduğu yazıyordu. Gömüldükten on sene sonra, ailenin diğer bireylerine yer açmak için kemikler çıkarılıp yakılıyormuş...





Bu kadar uhrevi hava yeter, biraz da yaşamaya devam deyip kendimizi pazara attık. Sadece bir buçuk saat vaktimiz olması bu pazar için epey azdı... Herşeye yeteri kadar odaklanacak vakit bulamadık. Her yerde el işleri, çanak çömlekler, bitkiler, meyvalar, bluzlar, canlı tavuklar, hindiler... bu inanılmaz renk curcunasında beni bıraksanız tüm günümü geçirirdim. Bir kere İstanbul'da hiç alışkın olmadığım pazarlık işine burada muhakkak girmek gerekiyor. Çünkü istediğiniz ürünü ilk söylenen fiyatın neredeyse yarısına alıyorsunuz. Bu arada sizin alıcı turist olduğunuzu anlıyorlar ve bir sürü seyyar satıcı peşinize takılıyor. Vallahi pazarlıktan yorgun düştük... Gezinin bitiminde anladık ki bu pazar gerçekten her şeyin gözü kapalı ucuza alınacağı tek yermiş. Keşke daha uzun kalabilseydik...









Chichicastenango'dan yola çıkıp yaklaşık bir buçuk saat sonra Atitlan Gölü kenarındaki otelimize geldik. Burada kalacağımız kasabanın adı Pananjahel... Göl, San Pedro, Toliman ve Atitlan yanardağları eteğinde ve yanardağlar devamlı tütme halinde (biz oradan ayrıldıktan iki gün sonra bir tanesi lav püskürtmüş ve civar köyler boşaltılmış). Atitlan Gölü, 85.000 yıl önce oluşmuş ve şekli Mayalarca kutsal sayılan fareye benziyormuş. 


Biz de burada bir tekneye binip hoplaya zıplaya karşı kıyıdaki yerel bir restauranta öğlen yemeği için gittik. Sonra tekrar teknemize binip yine başka bir kasabada yerel dokumalar ve renklerle ilgili bilgi aldık Hatta Ali üşenmeyip pamuktan yün eğirmeyi dahi denedi... Yerel bir cafede kahve keyfi yapıp oldukça rahatsız teknemizde hoplaya zıplaya otele döndük. Bu yolculuk yaklaşık bir saat sürdü ve bel fıtığı, boyun fıtığı hepsini yerinden hortlattı.






Otele dönüp az bir dinlendikten sonra alışveriş için Pananjachel sokaklarına attık kendimizi... Bu uzun turların en kötü kısmı alışverişe ayrılan vaktin kısıtlı olması. O yüzden imkanları değerlendirmek lazım... Akşam yemeğimizi otelde yedik ve dinlenmek için kendimizi odaya attık... 

***

Turumuzun 7. gününe uyandık. Turun geri kalan kısmı gece otele ulaşmış. Ne kadar birbirimizi çok tanımasak da eski dostları görmüş kadar sevindik; ne de olsa kader birliğimiz var.

Bugün öncelikle kahve plantasyonuna katılacağız. Bildiğiniz gibi Guatemala, dünyadaki en ünlü kahve üretilen ülkelerin başında geliyor. 2,5 saat uzaklıktaki Antigua'ya gideceğiz. 

Kahve plantasyonunda kahvenin boy boy bitkisini, hangi tohumun toplanıp hangisinin sonraya bırakılacağını, kurutma aşamasını, kavrulma ve paketlenmesini izledik ve en iyi kahvenin Arabica olduğunu öğrendik. Çekilmemiş çekirdekler bir yıl süreyle dayandığından bu paketlerden aldık.






Antigua, Guatemala'nın en güzel kolonyal şehirlerinden biri. Tek katlı, rengarenk avlulu evleri, ızgara planlı sokakları Antigua, gerçek bir cennet. Yemeğimizi tipik bir restaurantta yedik ve ardından 
-yaşasın serbest zaman- sokaklarda kaybolduk. Latin zirvesi nedeniyle sokaklar trafiğe de kapalı olunca rahat rahat her yeri dolaştık ve fotoğraf çektik. Bu arada gördüğümüz her ilginç şeyi almaktan da geri kalmadık...







Akşam Guatemala City'e dönüp şehir merkezinde bir otelde kaldık ve yemeğimizi burada yedik. Tüm ısrarlarımıza rağmen Ekin, güvenli olmayacağı gerekçesiyle gece sokağa çıkmamıza izin vermedi ve biz de cezalılar gibi otelde kaldık. 

***

Sekizinci gün ve turu yarılamış bulunuyoruz. Sonradan gelen grup da antropoloji müzesine gidebilsin diye bizi yarı kapalı bir pazar yerine bıraktılar. Alışveriş için güzel vaktimiz oldu ve worry bebeklerden de burada buldum tesadüfen.

Diğerleri de müzeyi gezip gelince panoramik şehir turu yaptık. Bu kez gündüz olmasına rağmen otobüsten inmemiz de yasaktı. Eki bizi epey korkuttu. Yollarda ipsiz sapsız dolaşanların, evsizlerin potansiyel suçlu olduğunu ve bizi bıçaklamaktan çekinmeyeceğini ballandıra ballandıra anlattı. Binalardaki çirkin grafitiler, cam kırıkları, kapılarda bekleyen korumalar, jiletli teller, kafeslerin ardından satış yapan dükkanlar ve önlerindeki tüfekli adamları görünce kendisine hak verdik doğrusu...

Gezimiz bitince Honduras'a doğru yola çıktık. Yemeğimizi yol kenarındaki bir restaurantta yedik ve akşamüstü 6:30 gibi Honduras sınırından geçtik. Geçerken sınır işlemleri için kişi başı 5 dolar vermemiz gerekti. Sınırdan geçince koca otobüs durduruldu... Meğer yol çalışması varmış. Ancak o karanlıkta nedenini anlayana kadar epey huylandık. "Ne demeye geldik ki acaba buralara...Gerillalar yolu çevirmiş mi acaba" diye düşünmedim desem yalan olur. Neyse yol açılınca otele hemen ulaşıp romlu hoşgeldin kokteyllerimizi içince keyfimiz yerine geldi.

Otelimiz, sonsuz görünen bir yağmur ormanının içinde ve çevremizde başka bina yok. Otelde konaklayan Avrupalı ve Amerikalı turistler bize güven veriyor. Açık büfe akşam yemeğinden sonra koşarak odalara çıkıyoruz ki ertesi gün için dinlenebilelim.


***

Honduras'taki ilk ve tek günümüz. Copan antik şehrini gezdikten sonra tekrar Guatemala'ya geçeceğiz.

Copan, eski bir Maya kenti. 1980 yılında Unesco Dünya Mirası Listesine eklenmiş. Sit alanındaki devasa ağaçlar, top alanı, ilginç heykeller ve piramitler oldukça ilgi çekici. Kentin bitimindeki rengarenk papağanlar oldukça dikkat çekici. Heykel müzesi ise oldukça ilginç eserleri içinde barındırıyor. 

Top Alanı

 

Jaguar kafası heykeli

Devasa Ağaç ve ben...









Copan gezimizi bitirip acilen otobüse bindik ve sınırdan Guatemala'ya geçtik. Dört saatlik yolculuğun ardından ülkenin en büyük gölü olan İzabal Gölü'ne ulaştık. Bizi bekleyen iki ayrı küçük tekneye binip gölün üzerindeki bir restaurantta öğle yemeğimizi yedik.





Ardından tekrar teknelere binip Kuşlarla dolu adaları, önlerine tekne bağlanan göl evlerini, nilüferleri, Maya göl kulübelerini, dar geçitleri geçip Rio Dulce diye adlandırılan nehrin sonundaki Karaip Denizi'ne açılan nokta olan Livingstone'a ulaştık. Burası Afrikalı zencilerin yaşadıkları ve geleneklerini sürdürdükleri bir yer. Bize de bir grup güzel bir dans gösterisi yaptı. Ardından sokakları dolaştık ve Karaip Denizi'ni görmeye gittik ancak hava zifiri karanlık olduğundan hiçbir keyif alamadık ve hiçbir yer göremedik. Bir de tekrar tekneye binip otele döneceğimizi öğrenince hepimizin sinirleri gerildi. Bu saçma tekne yolculuğunu tekrar çekmek oldukça saçma geldi hepimize. Sonuçta programda böyle yazıyordu...
Neyse başa gelen çekilir maalesef tekrar teknelere bindik. Dönüş yolu karanlıktı ve oldukça soğuk esiyordu bir de üstüne yağmur başlayınca durum iyice çekilmez hale geldi. Tekne kaptanının üzerimize örttüğü kalın naylon bizi korumakla beraber öyle bir şeyin altında olmak da oldukça sıkıcıydı. Biz önde oturduğumuz  için epeyce de ıslandık.







Bir saat sonra otele yanaştık . Burası gölün kıyısında tipik bir tatil köyü idi. Bungalovlarımıza yerleştik. Akıllı Guatemalılar bizim valizleri odaya getirmediği için yeni bir kriz çıktı. Neyse ki yarım saat sonra nedense başka odaya konan valizlerimize kavuştuk. Akşam yemeğini sahilde yedikten sonra yorgunluktan bayılarak uyumuşuz.


Otelimizden gölün görünümü

***
Bugün onuncu günümüz... Otobüsle dört saat süren yolculuğun ardından Tikal Antik Şehrine geldik. Yağmur ormanlarının göbeğindeyiz ve adını hak edecek şekilde deli gibi yağmur yağıyor. Naylon yağmurluklar alıp yemek yiyeceğimiz yere yürürken hem deli gibi ıslandık hem de çamura battık. Yemek sırasında nihayet yağmur dindi ve güneş açtı. Deli gibi bir rutubet başladı... Buraya gelirken yağmurluk, şemsiye, şapka ve haşerelere karşı ilaç kesinlikle şart. Uçan karıncamsı sinekler feci ısırıyor. 




Tikal, yaklaşık 16 kilometrekarelik bir antik şehir. Çevresindeki ulusal park ise 576 kilometrekare... Tropikal ormanlarda tesadüfen bulunmuş. Halen büyük bir kısmı kazılarla ortaya çıkarılmayı bekliyor. 4 tane ana tapınak var ve 1 numaralı tapınak Büyük Jaguar Tapınağı olarak da biliniyor. Meksika tapınaklarında genelde mezar odası bulunmazken Kral Pakal'ın mezarının olduğu Palanque'deki tapınaktan sonra burada da bir mezar bulunmuş. 2 numaralı tapınak, Maskeler Tapınağı ve cephesinin süslemeleri ile ünlü. Daha sonra yerleşimlerin bulunduğu Büyük Meydan'a geliniyor. Meydanı 3 numaralı tapınak takip ediyor. Burası Jaguar Rahipleri Tapınağı olarak da biliniyor. 4 numaralı tapınak ise içlerinde en çok dikkat çekeni. Yüksekliği 64 metre ve üzerine tırmanabiliyor. Grubun yarısı tırmanırken biz tembeller onları beklemeyi seçtik. Yukarıdan Tikal çok güzel görünüyormuş. Bu sefer kaçırdık...



Ağaçtaki maymunu gören var mı?


1 numaralı tapınak 
Büyük Meydan


3 numaralı tapınak



Gezimizin sonunda bizi bir sürpriz bekliyordu. Yerel rehberimiz, yorulanlar ve yolu geri yürümek istemeyenler için bir araç bulmuş. Bildiğiniz kamyonet, ama çöp kamyoneti... Neyse biz arka kasaya doluştuk ve hayatımızın ilk kamyonet yolculuğunu Guatemala'da yapmış olduk... Ağaçlık alanda sürekli kafamızı eğmemiz gerekti ve epey zıpladık... Birkaç Quetzales'i Allah razı olsun diyerek şoföre verip indik.

Bu günlük gezilecek yerler bitti. 17:00'de otobüse binip bir buçuk saatlik yolculuktan sonra yine İzabal Gölü kıyısında bulunan Flores'teki otelimize geldik. Yemeğimizi de otelde yedik. Açık büfe yemek, bizi çok mutlu etti. Çünkü her gün et-tavuk menüsü yemekten fenalık gelmişti... Sabah çok erken kalkıp Meksika'ya geçeceğiz. Bu gece çok iyi dinlenmemiz lazım.


***

Sabah çok erken uyanıp otobüs yerine iki ayrı minibüse doluşunca ve bavullarımız da minibüslerin tepesine yüklenince aslında günün başka maceralara gebe olduğunu anlamalıydık. Sabahın kör karanlığında duyulan ve ormanın içinden gelen vahşi hayvan sesleri ise epey ürkütücüydü. Ruben, bunun ormanda yaşayan bir maymun türü olduğunu söyledi. İnşallah doğrudur... Aşağıdaki videonun sesini çokça açın...



Minibüslere binme nedenimiz yolun çok bozuk olmasıymış ki gerçekten büyük bir kısmında zıpladık. Dört saat bu şekilde yolculuk yaptık ve yol kenarında bir kulübede durduk. Meğerse Guatemala'dan çıkış kapısıymış. İşlemlerimizi yaptırıp tekrar araçlara bindik ve 10 dakika sonra iki ülkeyi ayıran nehrin kıyısına vardık Bizi orada kayık şeklinde dört tekne bekliyordu. Doğrusu sınırı bu şekilde geçeceğimiz hiç aklıma gelmemişti. Ekin bazı şeylerin sürpriz olmasını istiyor herhalde...











Valizlerimiz minibüslerden indirildi ve yerel halk tarafından karga tulumba bir tekneye yüklendi. Biz de üçe bölünüp teknelere bindik ve can yeleklerimizi bağladık. Ruben'e veda ettik ve nehirde yola koyulduk. Bu arada bir de ayağımı karınca soktu ve epey kızardı. Tam bir mülteci olmuştuk ve aklımız valizlerdeydi. Bunca zaman sonra valizlerimizle bütünleşmişken onlara tekrar veda etmek oldukça acıklı olurdu... Bu sıkıntılı yolculuk yarım saat sürdü. Meksika tarafında gümrük kapısına teknelerin yanaştığı yeri görünce rahatladık. Biz ve valizlerimiz sağ salim karaya çıktık. Gümrük kapısına girip giriş işlemlerimiz yaptık. 

***
devamı
MEKSİKA GÜNLERİ II