17 Aralık 2018

LATİN AMERİKA/ CUBA

Bu senenin en önemli kararı Latin Amerika turuna çıkmamız oldu. Geçen sene işler güçler yorgunluklar ardından sağlıksal problemler derken o denli bunalmıştık ki bu uzun ve oldukça pahalı geziye pek de düşünmeden "evet" dedik. Sonuçta iki senedir nazlanıyorduk bu gezi için. Meksika ve Guatemala'ya gitmek çok fazla ilgimizi çekmiyordu ve dünyada daha ilginç yerler varken buralara gitmek pek de cazip gelmiyordu. Dedim ya bu sene basiretimiz bağlandı ve "Pronto Plus" tura daha yazdan tüm ödemelerimizi yaptık...

Gezinin ilk durağı Küba... Çünkü THY buraya direkt uçuyor ve sonraki Meksika ayağımız için burayı kullanacağız. Küba'ya 2006 yılında gelmiş ve bu enterasan ülkeye hayran kalmıştık. Ama bir daha yolun Havana'ya düşecek deseler doğrusu asla inanmazdım.
Rehberimiz Ekin, 26 kişilik turun çoğu ile daha önceden tanışıyordu ve defalarca yurt dışı gezilerinde beraber olmuşlardı. İlk izlenimler önemlidir. Rehberimize kanım hemen ısındı diyebilirim. Kurduğu whatsupp grubuyla herkesi tura önceden alıştırmaya çalışan ve herkesin yüzünün gülmesine çalışan sıcak biri Ekin... Gerçi tur boyunca pişmiş tavuğun başına dahi gelmeyen aksilikler bizi adım adım takip ederken onun da soğuk kanlılığını koruması ve aynı tatlılıkla devam etmesi epey zor oldu...
Neler mi oldu... Vallahi okurken zaman zaman gülmekten yerlere yatacak bazen de "yuh" yani bu denli mi aksilik olur diyeceksiniz. Bu arada grubun en gencinin ben olması, tur yaş ortalaması hakkında da bir bilgi verir sanırım... 60 diyelim ortalamaya... Aslında bu denli maceralı bir tur için epey yaşlıymışız...

Latin Amerika günlüğünü 5'e bölüp yazmaya karar verdim. İlk bölüm Küba, sonra Meksika, üçüncü bölüm Guatemala ve Honduras, dördüncü bölüm Meksika'nın ikinci kısmı ve en son bölüm tabii ki yine Küba... O kadar karışık bir program ki anca böyle toparlayabildim...

10 Kasım 2018 gününe girdiğimiz ilk saatlerde saat 2:00 de kalktı Havana uçağımız. 14 saat sürecek yolculuğumuz doğrusu epey sıkıcı geçti. Uçak yolculuklarına bayılan ben bile bu denli uzun uçuşu ilk kez yaptığım için bir ara bunalmadım desem yalan olur. Küba bizden 8 saat geride olduğu için sabah 8:00 gibi indik Havana Hava alanına...

Veee dakka bir gol bir... 26 kişilik gruptan 16 kişinin valizi ve koskoca uçağın 90 ad. valizi İstanbul'dan yüklenmediği için uçaktan çıkmadı... Tabii bu valizlerin içinde Ali ve benimki de vardı... İşin aksi tarafı tuhaf ülkelere gidiyoruz şimdi bize kırk tane soru sorarlar diye bir gün boyunca uğraşıp hazırladığımız ilaç torbamızı da el valizi yerine ana valize koymuştuk ve yanımızda sadece 1-2 günlük ilacımız vardı... Ben neyse de Ali'nin kullanması gereken hayati ilaçları olduğu için epey de zora düştük. Ertesi gün Meksika'ya gideceğimizden iki gün sonraki Havana uçağı ile gelse dahi elimize geçmesi hayal olan valizlerin arkasından sinir bozukluğu ile hüngür hüngür ağladım. Ve başladık ilaç dilenmeye... Herkes de bizim gibi hazırlıksız olduğundan iyice çıkmaza düştük ve iki gün sonraki uçakla İstanbul'a geri dönmeyi dahi düşündük. Bu arada yaklaşık dört saat süren kavgalı gürültülü bagaj kayıp yazdırma kuyruğunda cebelleşmeye başladık. Kübalı memurlar az İngilizceleri ile ve yavaşlıklarıyla bizi çileden çıkarırken Ekin İspanyolcasıyla yardım etti de işimizi dört saat sonra bitirebildik... (Aslında bizim raporumuzun çıktısı bize verilmemiş memur tarafından. Bazılarına verilmiş raporlar kimine verilmemiş. Ve biz de bunu geri dönüp tazminat için sigorta şirketine başvurunca anladık ve döneli 20 gün olmasına rağmen halen uğraşıyoruz bu eksik rapor yüzünden)...

Neyse dört saat sonra otobüsümüze binip öğle yemeğini yiyeceğimiz Dominica Restaurant'a geldik. Normal bir zaman olsa Küba, sıcak hava, kıvrak müzikler eşliğinde gevşerdik ama hepimiz o denli mutsuz ve yorgunduk ki sokaklarda ruh gibi dolaştık. Küba, renkli ve neşeli insanları, kolonyal devre ait rengarenk binaları ile adeta bir film platosunu andırıyor. Biz 12 yıl önce ilk geldiğimizde buraya bayılmıştık. Sokakta dans eden, tutup elinden dans ettiren insanlar, haraket, yokluk içindeki neşe, eski buzdolapları, dökülen evler, dökülen eski arabalar, adeta 1950'lerde duran hayat şartları ve Fidel'e ve Che'ye olan hayranlıkları bizi adeta büyülemişti. Bunca sene sonra Küba'da epey değişim var. Fidel öldü, Amerika ambargosu kalktı, hatta büyük elçiliği bile var artık, insanların yüzü eskisi gibi gülmüyor, yeni, aptal binalar yapılmaya başlanmış ve pek çok bina da onarılmakta, gençler cep telefonları ve yırtık kotlarıyla sokaklarda gününü gün ediyor, eski arabalar sadece show unsuru olarak kalmış ve sokaklarda yeni arabalara sık sık rastlanıyor... anlayacağınız gidişat kötü. Hatta Ali'nin tezine göre bunlar çok değil birkaç sene sonra Che ve Fidel'i vatan haini ilan ederler bizi fakir bıraktın diye... Ben bu değişimi hiç sevmedim...


Yemeğin ardından renk renk eski Amerikan arabalarıyla şehir turuna geldi sıra... Üstü açık arabada epeyce haşlanarak turumuzu yaptık ve devrim meydanında (Plaza de la Revolucion) durduk... Binalarda Che Guevara ve Camilo Cienfuegos kabartmaları ve karşılarına Jose Marti anıtı olan meydan, 1 Mayıslarda milyonları ağırlıyor... Buradan tekrar arabalara atlayıp Atatürk anıtına gittik. Günlerden 10 Kasım olunca bu anıtı ziyaret etmek daha bir mana kazandı...

Sonrasında ara sokaklara dalıp yol üzerinde eczaneye benzer bir yerden Ali'nin en hayati ilacını bulup aldık ve içimiz rahatladı. Ali, bir sonraki durağımız MexicoCity'de Emre'nin bir arkadaşı olduğunu öğrenince eksik ilaçları ona yazdı da kızcağız alıp otele bırakacağını söyleyince keyfimiz az da olsa yerine geldi...

Bu arada banka da para bozdurduk. 50 USD karşılığı 43,5 Küba paramız oldu. Sevgili turumuz oteli değiştirmiş. Dünyaca ünlü nostaljik Nacional Otel yerine deniz kıyısına yakın Melia Cohiba Otel'de kalacağız. Küba'nın meşhur mucizevi kremi Amelia allahtan otelimizde satılıyordu da hepimiz doluşup aldık ve ilk siparişimizi başarı ile tamamladık.

Akşam yemeğimiz Nacional oteldeki Parisien show eşliğinde gerçekleşti. Oldukça yapmacık, şatafatlı ve gürültülü gösteriyi izlerken Küba'nın kötü yemeklerini yemeye çalıştık ve o denli yorgunduk ki zavallı dansçı ve şarkıcıların gözünün içine baka baka hepimiz ayakta uyuduk. Neyse ki işkence 23:30 gibi bitti de hepimiz otelimize koşup adeta bayılırcasına uyuduk.


Ertesi sabah Küba için mükemmel bir kahvaltı yaptık ve karşıdaki avm bozuntusu yere temel ihtiyaçlarımızı karşılamak için gittik. Küba oldukça pahalı bir ülke ve her aranılan şeyi bulmak mümkün değil. Sadece birer parça iç çamaşırı bulabildik ve 30-40 dolara gelen t-shirtleri almaya kıyamadık. Ayrıca çorap nereden alınır onu dahi bilemediğimizden alışveriş hiç de verimli geçmedi. Avm bozuntusu diyorum. Bir görseniz kapısından içeri bile girmeye tereddüt edersiniz ve depoya mı mezbahaya mı geldim diye düşünürsünüz öyle kötü bir yer...

Otobüsle bir gün önce yapamadığımız şehir turunu yaptık ve normal şartlar altında tur bugün için otobüs ayarlamadığından cebimizden adam başı 6'şar dolar vermek sureti ile otobüsü kiraladık. Hemingway'in müdavimi olduğu ve heykelinin bulunduğu Floritita Bar'a girip kendisiyle fotoğraf çektirdik. Ardından yenilenen başkanlık binasını görüp dünyaca ünlü La Bottiga'da kendimizden geçtik. Daha önceki gelişimizde burada yemek yemiş ve herkes gibi duvarlara ismimizi yazmıştık.


Pazar yerine gidip 2 saatimizi burada geçirdik ve üzerimize nihayet makul fiyatlarla t-shirt bulup aldık. Tabii ben dayanamayıp bir de ahşap heykel aldım ve çok güzel edilen paket sayesinde kazasız belasız İstanbul'a getirdim...


Tünelle geçilen karşı adada çok hoş bir eski Havana evinde yemeğimizi yedik. Ve ardından tepedeki İsa heykelini ziyaret edip güneşin batış saatinde Havana'ya tepeden baktık.



Mexico City'e uçağımız 20:15'te idi. Ve yaklaşık 2,5 saat sürdü. Aslında valizler olmadan seyahat de fena olmuyormuş. Yavaş yavaş eksiklerimizi tamamlayıp az eşya ile yaşamanın yollarını bulabiliriz bu seyahatte...

Mexico City'e indiğimizde gruptaki eksik vize yüzünden hava alanında epeyce beklemek zorunda kaldık ve otelimiz çok geç bir saatte yerleştik. Mexico City 2200 m rakımda ve epey soğuk... Havana'dan sonra tam bir şok... Otelimizin odaları da maalesef açık havaya bakmıyor ve çok havasız... Zaten pijamalarımız da yok; odayı soğutalım mı ısıtalım mı bilemedik ve sabaha kadar sürekli uyuduk uyandık...

***
devamı...
Meksika Günleri I

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder