5 Haziran 2020

2020'ye Girerken Alsace Turu

Fransa'ya yaptığım seyahatleri her zaman severim. Ali çok iyi Fransızca konuşur ve sonuçta başka bir dil konuşmak istemeyen Fransızlarla anlaşmak hep ona düşer ve ben de İngilizce konuşmama gerek kalmadan keyfime bakarım. Bu yılbaşı da yolumuz Fransa'nın Alman sınırına yakın bölgesi Alsace 'a düştü. Bu sene bu bölgeye gitmeyen kalmadı... Tüm sosyal medya paylaşımlarında Alsace Bölgesi ve Colmar görmekten herkesin midesi bulandı. Bu sebeple ben de altı ay bekledim bu geziyi yayımlamak için...

Alsace turumuzu Far&Away firması ile yaptık. Bu firma ile daha önce Küba, Güney Fransa, İspanya, Jamaika'ya özel tur yapmıştık ancak ilk kez onların düzenlediği bir tura katıldık. Bu firma butik ve gurme turlar düzenliyor; biz de Wine & Spirit Education mezunu şarap uzmanı rehberimizle beraber toplam 12 kişilik bir gruptuk. 

28 Aralık sabah uçağı için İstanbul Havalimanı’na gittik.  Uçakta rehberimiz ile, inince de diğerleriyle tanıştık. Gideceğimiz bölgeye daha yakın olduğu için İsviçre Basel Havaalanı'na indik ve Fransa kapısından çıktık. 

Fransa'nın 26 bölgesinden biri olan Alsace Bölgesi, Almanya'dan Ren Nehri ile ayrılıyor. Eskiden Almanya'ya ait olan bu bölgede Alman etkileri hala görülmekte. Konuşulan dil de Fransızca'dan çok Almanca'ya benziyor.  Bu bölgenin en bariz özelliği şarap bağları, sek ve tatlımsı beyaz şarapları, av eti ağırlıklı Fransız ve Alman mutfağı karışımı yemekleri, Ortaçağ'dan kalma şehirler, köyler, Hansel ve Gretel masalını anımsatan bir atmosfer, arnavut kaldırımlı sokaklar, bölgenin simgesi beyaz leylek yuvalarıyla süslenmiş bacalar, Noel zamanının simgesi pazarlar ve birbiriyle yarışacak derecede ilginç Noel süslemeleri ile adeta bir masal diyarını andırması...

Bizi bekleyen otobüsümüzle öğle yemeğini yiyeceğimiz Kaysersberg'e gittik. Restaurantın adı Le Chambard Winstub ve av etleri ile ünlü. Bu şirin köy, adeta önümüzdeki üç gün boyunca göreceğimiz köy ve şehirlerin bir habercisi. Ama bir o kadar da kötü ünü var: Emmy ödüllü ABD'li şef yazar ve 'Parts Unknown' programının sunucusu Anthony Bourdain 61 yaşında bu köyde kaldığı otel odasında ölü bulundu ve ölüm nedeni de maalesef intihar. Yemek yediğimiz restaurantın oteli de söz konusu mekan. 



“İmparator’un Dağı” anlamına gelen Kaysersberg, kesinlikle bu prestijli adını hak ediyor. Yılın her mevsimi, binlerce turistin ziyaret merkezi olan bu şirin köy, yaya olarak geziliyor ve  Alsace’daki Rönesans döneminin en güzel ahşap evlerinden bazılarını barındırıyor.  Yemekten sonra bize verilen serbest zamanda inanılmaz güzel görüntüler çektik. Birbirinden ilginç Noel süslemeleri ile daha da güzelleşen köye hayran kaldık. 




Turun ardından Colmar'a hareket ettik ve La Maison des Tetes Hotel'e yerleştik. Colmar, Alsace Şarap başkenti olarak anılıyor ve renkli evleri ve kanallarıyla Venedik'i andırıyor. Zaten nehrin civarındaki bölge de La Petite Venise (Küçük Venedik) olarak adlandırılmış.


Akşam yemeğimiz Maison Rouge Restaurant'ta idi. (Biz turumuzu akşam ve öğle yemekleri dahil aldık. Gurme turu olduğundan bize yörenin en beğenilen menülerini tattırdılar.) Kaz ciğeri ile ve beyaz şarapla başlayıp, tam 8 saattir pişen dana madalyon ve  kırmızı şarapla devam ettik. Restauranta çevrilen bu geleneksel Alsace Evi'nde yediğimiz yemek tam dört saat sürdü... Acele etmeden, tadına vara vara yemek buraların adetiymiş. Alışmaya çalışacağız bakalım...

29 ARALIK

Sabah kahvaltı sonrası ilk işimiz Noel pazarlarını gezmek oldu. Bu yöreye gelmek için en uygun dönemlerden biri Noel. Çünkü Colmar, Noel süslemeleri ve pazarları ile dünyada ün salmış durumda. 


Amerika’da ki özgürlük heykelini  yapan heykeltraş Frederic Auguste Bartholdi Colmar'da doğmuş ve yaşamış. Evi ise şu an müze olarak geziliyor. Özgürlük heykelinin orijinali ise şehrin girişinde yer alıyor.  Colmar sokaklarında yerlerde yer alan plakaları görüp bunları takip ederseniz müzeye ulaşıyorsunuz. (Maalesef gezemedik. Adı üstünde gurme turu ya tamamen yöresel lezzetler üzerine odaklanılıyor. Kültürel mekanları gezmeye ise pek zaman kalmıyor.)

Rönesans’ın ilk örneği sayılan ve 1537 yılında şapkacı L. Scherer için yapılan bu ev, Eski Colmar’ın sembolü sayılıyor. Maison Pfister'in dikkat çekmemesi mümkün değil. Sekizgen kulesi, iki katlı cumbası, ve cephe boyamaları ile Colmar’ın simgelerinden olan bu binanın ismi ise 1800’lü yıllarda burayı restore etmiş ve burada yaşamış olan aileden geliyor. Eski Colmar o denli küçük ki gün boyunca en az 10 kez bu binanın önünden geçtik. 


Şehrin en ilgi çekici yeri olan La Petite Venise’e geldik ve kurabiye evlere karşı,  Rue des Écoles üzerindeki köprüde fotoğraf çektirdik. Annem Colmar'ı Haziran ayında gezmişti ve o dönemde tüm pencerelerden çiçekler sarkıyormuş. Her mevsim ilgi çekici hale getirmenin bir formülü bulunmuş.


Colmar’ın kapalı pazarına, yani Marché couvert de Colmar’a girdik. 1865’te inşa edilen bu binanın içinde  manavlardan baharatçılara, kasaplardan balıkçılara, peynircilerden fırıncılara, çiçekçilerden şarapçılara aklınıza gelebilecek her türden tezgah var. Ayrıca cafe ve restaurantlar da inanılmaz çekici. Öğle yemeği saati olduğu için içerisi oldukça kalabalıktı. Biz de sadece Fransa'nın lezzet harikası hardallarından aldık ve öğlen yemeği için Noel pazarındaki sıcak beyaz şarap ve sosisli menülerini tercih ettik. 


Otelimiz, Colmarlı ünlü grafik sanatçısı Jean-Jacques Waltz, nam-ı diğer “Hansi”nin müze binasının karşısında idi. Hansi'nin pek çok illüstrasyonları, hediyelik eşyalara konu olmuş durumda. Müze kapalıydı ama hediyelik eşya katını gezmekten kendimi alamadım. Şekerlemeler ise beni o denli cezbetti ki almalara doyamadım. 
Öğleden sonra Eguisheim köyüne gittik. 2003 yılından bu yana “Fransa’nın en güzel köyleri” kulübüne üye olan Eguisheim, “2013’te Fransızların favori köyü” seçilmiş. Köy, sarmal şekilde inşa edilmiş, bir sokaktan giriyorsunuz ve tüm köyü dolaşarak çıkıyorsunuz. Adeta Elf evlerini andıran kapıları, pencereleri ve renkli binaları ile her köşesi ayrı bir fotoğraf noktası. Köyün meydanında kısa bir tadım molası verdik ve Noel pazarına uğramadan edemedik. 


Eguishem'in ardından Ribeauville'deyiz. Köy adeta Noel pazarı ile cıvıl cıvıl. Üçüncü köyden sonra her yer birbirinin aynı gelmeye başladı. Adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Üçgen çatılı Alsace evleri, kurabiye evler...

Colmar'a geri dönüp otelimizde dinlendik. Akşam yemeğimiz oteldeki Michelin yıldızlı restaurant Girardin'de. Bu Ali ile bizim ilk Michelin Restaurant deneyimimiz olacak. Turun geri kalanı daha önce defalarca gitmişler. Benim tek güvendiğim nokta her zaman değişik şeyler yemeği denemeyi sevmem... 
Michelin Yıldızı Ne midir?
Michelin, (ki bize hiç yabancı değil) 1850’li yıllarda Andre Jules ve Edoudard Michelin kardeşlerin Fransa'da kurduğu bir araç lastiği markası. Satışları düşünce pazarlamacılar çareler aramış ve yol üzerindeki restoran ve kafelere, bir rehber hazırlamışlar. Hedef Kara yolu seyahatinin cazibesini ve tabii ki lastik satışlarını artırmakmış. Rehberin ilk kopyası 35.000 adet basılmış. Bu “kırmızı” renkli kitaplar o gün bugündür aynı renkte. Sonra da “yıldız”lar verilmeye başlanmış. Yıldız puanlaması, üç seviyede veriliyor. En yüksek seviye, üç yıldız. Her yıldız bir yıl süreyle geçerli olmaya başlıyor, hemen 3 yıldız alınabileceği gibi yavaş yavaş yükselmek de mümkün… Bir yıldız, “Alanında çok iyi bir restoran” demek. İki yıldız, “Öyle mükemmel bir yemek ki kesinlikle rotanızı değiştirmenize değecek” anlamına gelirken üç yıldız, “Fevkalade bir mutfak, özel bir yolculuğa değer” anlamını taşıyor. Puanlamada sadece yemekler değil; servisten temizlik kurallarına her detaya dikkat ediliyor. Her yıl teftişe geliniyor ve gerekli şartları yerine getirmeyenlerin ellerinden yıldızları alınıyor. Emekler çöpe!...

Bizim Girardin Restaurant ise tek yıldızlı henüz.
Menümüz

Alsace’ın genelinde olduğu gibi Colmar’da da Michelin yıldızlı ya da Michelin rehberlerine giren mekan sayısı oldukça fazla. Bu restaurantlar için kesenin ağzını biraz açmak lazım. Biraz kasık bir atmosferle karşılaşacağınızı da kabul etmek lazım. Mini mini ve sanat eseri kıvamındaki tabaklar, özel olarak masanıza gelip kendini tanıtan şef, her yemekle ilgili alerjik bünyenizi ve sevip sevmediğinizi öğrendikten sonra kişiye özel hazırlanan tabaklar “genelde” Michelin yıldızı alan yerlerin “çoğu” için geçerli. Yemek sırasında sanki çok müthiş bir buluş yaparmış gibi son derece dikkatle tadımlarımızı yaptık.  Salon oldukça sessizdi biz de en kısık seslerimizle sohbet ettik. Her şeye rağmen ben bu seremoniyi sevdim. Yine tüm gecemiz yemek odaklı geçti. Ancak denediğime değdi diyebilirim. Ali'ye kalsa asla bir daha gitmezmiş ama ben keyifle tekrar tekrar giderim. Biraz Roma'lılık var bende ...Kusar kusar yine yerim... Alt resimde görünen her şeyden yedim. tam 12 çeşit... 
30 Aralık
Otelden ve Colmar'dan ayrılıp Riquewihr kasabasına şarap tadımına gittik. Artık kasabalardan bahsetmeyeceğim. Çünkü hepsi birbirinin aynı...  Tadım, bölgenin en iyi üreticilerinden Hugel’de... Hepimize kadehler verildi ve 6 çeşit şarabı ardarda denedik. Kadehlere 1-2 parmak kadar şarabı ağza alıp çevirip ne tadı aldığızdan bahsedip yutmadan bir kaba tükürüyorsunuz. Bence tükürük kapları iğrenç... Şaraba da yazık. Ben sonuna kadar içmeyi tercih ettim. Sabahın onunda şarap içmek de güne ilginç bir başlangıç oldu.



Tadımın ardından bir Orta Çağ şatosu olan  Koenigsbourg kalesini ziyaret ettik. 1993 yılında restore edilen kale, Fransız Kültür Bakanlığı tarafından ulusal tarihi sit alanı olarak ilan edilmiş ve bugün, bölgenin en ünlü turistik noktalarından birisi...


Alsace Ovası’nda 757 metre yükseklikte bulunan Haut-Kœnigsbourg kalesi, heybetli pembe kum taşı yapısıyla dikkat çekiyor. Alsace Şarap Rotası’nın kalbinde yer alan kaleden görünen Alsace Ovası, Kara Orman (Almanya) ve hatta İsviçre Alpleri’nin panoramik manzarası muhteşem ötesi. Ben bu kaleye bayıldım. Bulutların üzerinde gibisiniz. Aşağıda yağmur ve sis var. Burası ise günlük güneşlik ve adeta bir pamuk tarlasına bakıyoruz ya da bir uçaktan aşağı bakıyoruz...
Lindeplatzel restaurantta öğlen yemeği ardından Obernai kasabasını gezdik ve yemin ederim farklı bir özelliği yok. 
Veee günler sonra bir büyük şehir: Strasburg
Otelimiz Regent Petite France... Kanal kıyısında, şehrin en renkli otellerinden biri. Otel odamız biraz tuhaf planlı, girişli çıkışlı ... Ancak pencereden bakıp kanalı görmek harika...
Akşam yemeğimiz yürüme mesafesindeki L'eveil Des Sens restaurantta... Burası 2 katlı, eski Strasborg evlerinden biri ve  evin minicik salonunda bize ayrılan uzun masada mükemmel bir et yedik. Yine tüm gecemiz yemek masasında geçti. Ancak bu geceki yemek benim favorim oldu...

31 Aralık
Eski Strasburg'u rehberimizle geziyoruz. 

Otelimizden çıkıp on adım yürüyünce Petit France'da buluyoruz kendimizi ki burası arnavut kaldırımlı dar sokakları, etrafını çeviren kanallara görüntüleri yansıyan rengarenk evleriyle şehrin en görülmeye değer kısmı. Petite France bir zamanlar değirmencilere ve hayvan derisi tabaklayıcılarına ev sahipliği yapmış. Genellikle iki katlı ve geniş eğimli çatılara sahip olan evlerin çoğu 16.-17.YY’da yapılmış. Tabaklayıcılar derileri nehirde yıkadıktan sonra kurumaları için çatı katlara asarlarmış. Çatılardaki tavan pencerelerini açınca oluşan hava akımı da derilerin çabuk kurumasını sağlarmış. 


Dar sokaklardan yürüyüp kendimizi Strasbourg Katedrali’nin (Cathédrale Notre Dame de Strasbourg) gül penceresi ve 142 metre yüksekliğindeki kulesiyle karşı karşıya bulduk. Katedralin içini ziyaret için uzun bir kuyruğa girdik. İçeride görülmeye en değer kısım 16. YY’da matematikçiler, heykeltraşlar ve İsviçreli saat ustaları tarafından yapılan Rönesans şaheseri Astronomik Saat. Her gün 12:30’da saatin otomatik gösterisi var ve üzerindeki figürler dönmeye başlıyor. Yarım saatlik bu seremoniyi izlemek için parmak uçlarımızda yükselmekten bitap düştük.  Katedralin bir de gözlem platformu varmış ancak 332 basamağı duyunca çıkmaktan vazgeçtik. 


Şehri nehirden de görmek için ill Nehri ve kanallarını içeren tekne gezisine biletlerimizi aldık.  Turumuz yaklaşık bir saat sürdü ve kesinlikle Strasburg'da gerçekleştirilmesi gereken gezilerden biri... Tekne turu bitimi öğlen yemeğimizi yakındaki geleneksel bir restaurantta yedik.  Bu yörenin meşhur yemeklerinin başında tarte flambée geliyor. Aslında bir nevi ince hamurdan yapılmış pizza bu. Birkaç çeşidini kendi aramızda paylaştık. Eşliğinde   Alsace’in tek kırmızı şarabı Pinot Noir sipariş ettik. 


Yemek sonrası serbest zamanımız. Az önce tekne gezisinde dibine kadar geldiğimiz ve 1690 yılında askeri mühendis Vauban’ın planlarına göre inşa edilmiş Vauban Barajı'nın üzerindeki köprü görevi gören 120 m. uzunluğundaki binayı kullanarak Modern Sanatlar Müzesi'ne gideceğiz. Barajın fonksiyonu, bir saldırı sırasında ill Nehri’nin seviyesini yükselterek şehrin güney kısmını sular altında bırakmak ve böylece düşmanın geçişini engellemekmiş. 


MAMCS – Musée d’art moderne et contemporain (Modern Sanat Müzesi)'ne gittiğimizde yılbaşı günü olduğundan kapanışına yarım saat kaldığını öğrendik. Maalesef giremeyip etrafını ve satış ofisini turladık. (Müze shopları her zaman severim ve alacak bir sürü ıvır zıvır bulurum).
Dönüşte baraj binasının gözlem terasına çıktık. Terastan görünen  Petite France, Ponts Couverts ve arka plandaki Katedral manzarası inanılmaz güzeldi. 


Yılbaşı yemeğimiz için dinlenmek üzere otelimize döndük.  Yemek, Katedral Meydanı’nda hemen köşede bulunan kurabiye tipli ev zamanında bir manava ait olan Maison Kammerzell'de. İncil, Yunan ve Roma uygarlıkları ve Orta Çağ’dan esinlenen oldukça detaylı bir cephesi var. Vallahi Türkiye'de de yurt dışında da yılbaşı yemeği mantalitesi aynı. Biz müşterinin parasını alalım, ona neler neler vaat edelim. Sonra da az verelim çokmuş gibi gösterelim. Ayrıca bir de içki içilsin oradan da yolumuzu bulalım. Canlı müzik diye vasat bir orkestrayı kazıklayalım. Tüm gece rahatsız koltuklarda oturtalım. Yılbaşı işte içki içilsin, sarhoş olunsun, her şey güzel görünsün... Biraz da havai fişek tamamdır... Yedik, içtik, yeni yıla girerken bari dans edelim dedik. Orkestra Türk olduğumuzu öğrenince bize Üsküdar'a giderken çalacak diye düşünüp Tarkan'ın Fındıkkıran'ı ile karşılaşınca şaşırdık... Derken yeni yıla girildi... Hadi hayırlısı...


1 Ocak
Uçağımız akşamüzeri 19.35 de ve bizim 16:00'ya kadar serbest zamanımız var. Rehberimizle birlikte şehri gezeceğiz.  Yılbaşı ertesi olduğu için restaurant ve cafeler hariç her yer kapalı yani alışveriş imkanım yok maalesef...
Gutenberg Meydanı tahmin edeceğiniz üzere adını matbaanın mucidi Gutenberg’den alıyor. Gutenberg’in Strasbourg’da yaşadığı yıllarda matbaacılık üzerine yoğun araştırmalar yaptığı ve ilk baskı denemelerini burada gerçekleştirdiği söyleniyor. Meydanın ortasında da  Gutenberg heykeli bulunmakta...


Katedral meydanına çıkan sokakta bir cafeye girip şarap ve kahvelerimizi içtik. Biraz daha ara sokaklarda dolanıp öğle yemeğimizi yemek üzere bir restauranta girdik. Bu kez ben baeckeoffe, Ali ise tarte flambée yedi. Baeckeoffe, yahni şeklinde bir yemek ve kuzu, dana ve domuz versiyonları var. Benim porsiyonum neredeyse iki kişilik olduğundan bitirmeme yardım ettiler. Saat 16:00 gibi otelimizden çıkıp hava alanına gittik. Bir seyahatimizi daha kazasız belasız bitirdik. Darısı diğerlerinin başına.

Bu geziden neler mi öğrendik.

Bölge şarapları kendine has özellikleri ile farklılık kazanıyor. Rielsing, Pinot Gris ve Gewürtztraminer üzümleri, doğal şarap yapım teknikleri kullanılarak kendine özgü bir içim anlayışı yaratıyor. 

Bir şarap ve bir yemek birlikte iyi gidiyorsa aynı yöreye aitler demekmiş.

Bir şarabı şarap yapan üzümüymüş. Yani şarabın %85'i bağda oluşuyormuş.

Şarapta yeşil elma, toprak, çakıl gibi sonsuz tatları almak mümkünmüş.

Biz şarap uzmanı rehberimizden aynı yemekte beyaz şarapla başlayıp kırmızıyla devam etmeyi, yediğimiz yemeklerin tadına göre şarap seçmeyi öğrendik. Tabi üç günde uzman olmak mümkün değil ancak bu seyahat bizim az da olsa ufkumuzu açtı diyebilirim.



Eee ne diyoruz...

In vino veritas
"şarapta gerçek vardır" anlamına gelen, zaman zaman "şarapta gerçek gizlidir" olarak da çevrilmiş olan Latince deyiş... Şarap içenin dili çözülür, şarap içen kişi sakladığı gerçekleri rahatlıkla anlatabilir anlamında kullanılırmış.

Benim de gerçekten favori içkim ŞARAP!...









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder