Müzikallere
alerjim var!... Evet yanlış okumadınız. Filmin senaryosu normal akışında
seyrederken baş roldeki kadın veya erkek oyuncunun birden şarkı söyleyip dans
etmeye başlamasına illet oluyorum. İşte "La La Land" de böyle bir sahne ile
başladı. Sıcak bir yaz günü Los Angeles kara yolunda kalabalıktan ilerleyemeyen arabalar ve
müzikle birlikte şarkı söyleyip arabalarının üzerinde dans eden tüm bir otoban
dolusu insan… “Eyvah” dedim, “bu film bitmez”… Neyse ki Sebastian (Ryan Gosling) ve Mia (Emma Sone)'un yolu günümüze uygun bir şekilde
kesişti (!) ve sahne sona erdi... (Laf aramızda bu sahne ileriki yıllarda en güzel film sahnelerinden biri olarak gösterilecek; bunu da adım gibi biliyorum.)
Sebastian,
caz müziği tutkunu bir piyanist. En büyük hayali, engelsizce müziğini
yapabileceği kendi caz kulübünü açmak. Mia ise hem Warner Bross Film
Stüdyolarının kafesinde çalışıyor, hem de hayali olan oyunculuğun peşinde
sürekli seçmelere katılıyor. İkilinin yolu bu sanat çevresi içinde aralıklarla
kesişiyor ve sonunda beraber bir hayat yaşamaya başlıyorlar. Ancak gerçekleşen
ve gerçekleşemeyen istekler, hayal kırıklıkları, başarı ve başarısızlıklar, iki
sevgilinin yollarını ayırıyor. Benim krize girdiğim sahneler, film boyunca
arada bir kendini göstermeye devam ederken ben de yavaş yavaş filme adapte olup
keyif almaya başlıyorum. Çünkü "La La Land" gerçekten çok naif bir film. Aslında
günümüzde geçse de 50’li, 60'lı yılların klasikleşen filmleri havasını sonuna kadar
koruyor. Kıyafetlerde ve mekanlarda o nostaljik hava oldukça güzel sunuluyor.
Dünyada gereken ilgiyi göremeyen caz da işin içine girince karşımıza şimdiden
klasikleşmeye aday bir film çıkıyor. Bir de insanın içine işleyen bir son sahne
var ki, hayatta küçük diye nitelendirebileceğiniz seçimlerin bile hayatımızı
nasıl etkileyebileceğini çok naif bir şekilde işliyor.
Filmin
oyuncuları Ryan Gosling ve Emma Stone, birbirleriyle müthiş bir uyum sağlarken
içe işleyen ve yetenek kokan oyunculuklarıyla filmi top noktaya taşıyorlar.
Filmin hem senaristi hem de yönetmeni olan Damien Chazelle’yi “Whiplash” filmi
ile çok beğenmiştim. Chazelle, iki filmde de caz müziğine ve sanata olan
tutkusunu çok etkili bir şekilde perdeye yansıtırken, J.K.Simmons’a La La Land’de
verdiği minik ama etkili rol ile de gereken ilgiyi çekmeyi başarıyor. Yönetmen
sayesinde ben bile çok sevmediğim caz müziğine alışma turları atıyorum… Her iki
filmin de soundtrackleri gerçekten dinlenmeye değer… (Yanda, La La Land'in albümünü Spotify üzerinden paylaştım)
La
La Land, bence bu senenin en iyi filmi. Altın Küre’de aldıkları ödüller de bir
nevi gelecek Oscar’ların habercisi. Bence film, yılların tutkulu sinema
seyircisine bir armağan. Hem klasik filmlere, hem romantizme, hen de sanatın
tüm dallarına (-ki filmde tiyatro var, senaryo yazmak var, beste yapmak var,
enstrüman çalmak var, dans etmek var, oyunculuk var) saygı çerçevesi içinde
dokunan film, “sanatı özetle” diyen birine önerilebilecek bir eser… Bu arada Stone ve Gosling, rollerini başarıyla canlandırabilmek için sayısız dans dersleri almış ve Gosling de piyano çalmayı öğrenmiş. Ben çok
sevdim… Mutlaka izleyin derim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder