17 Şubat 2021

Soğuk Deri - Albert Sanchez Pinol



 Yıl 1916... İngiltere'nin sömürgesi İrlanda, IRA ve İrlanda Cumhuriyet Ordusu'nun birleşmesiyle İngiltere'ye karşı baş kaldırır. İngilizler aradaki savaşı sonlandırmak için Kuzey ve Güney İrlanda adıyla bir parlamento oluşturur. Kuzey İrlandalılar bu durumu kabullenip İngiltere'ye bağlı kalırken Güney İrlanda ödün vermeyip bağımsızlığını ilan eder. Sonuçta bir iç savaş çıkar ve ülke ikiye bölünür.  Romanın baş kahramanı da İrlanda'nın İngiliz sömürgesi olduğu yıllarda, İngilizler tarafından yönetilen bir yetimhanede yetişir. Sonrasında İrlanda- İngiltere arasındaki savaşta yerini alır. İrlanda savaşı kazanıp özgürlüğüne kavuşur kavuşmasına da ardından bu durumun keyfini çıkarmayıp birbirlerine kıymaya başlarlar. Bu durumdan ümitsizliğe düşen kahramanımız, haritada koordinatları bile okunamayan, Antarktika yakınlarındaki bir adaya meteoroloji uzmanı olarak gider. Amacı burada kitaplarıyla sessiz, sakin bir yıl geçirmektir. 

Adada sadece iki bina vardır; meteoroloji uzmanına ait ev ve deniz feneri... Adanın diğer sakini olan Avusturyalı fenerci Batis Caffo ise son derece duygusuz, kaba saba ve iletişime kapalı bir insandır. Ancak adanın asıl sakinleri gece olduğunda açığa çıkarlar... Kurbağa suratlı, mavi renkli, deniz hayvanı ile kara sürüngeni arası bu canavarlar kendilerine yabancı "öteki" sakinlere son derece düşmanca yaklaşır. Hayatta kalma mücadelesi ise birbirine son derece zıt karakterler olan meteoroloji uzmanı ile fenerciyi birlikte hareket etmeye zorlar. Ada, bir savaş alanına döner... 

Patlayan bombalar, geliştirilen stratejiler, kendin gibi olmayana düşmanlık besleme, hayatta kalabilmek için gerekirse vahşileşebilme... Kim kimin toprağını istila edip karşı tarafın yaşama hakkına tecavüz etmekte? Ve döngü kaç senedir devam etmekte? Ve bence, kim bilir kim gerçek Batis Caffo? Bu fantastik felsefi romanı okumaya doyamadım. İnanılmaz başarılı ve bir o kadar da rahatsız edici... Her zaman "iyi" kitaplara rastlanmıyor. Mutlaka okuyun...











15 Şubat 2021

Kasiyer - Sayaka Murata

 


Margaret Atwood'un "Evlenilecek Kadın" kitabından sonra yine bir kadın yazar Sayaka Murata ve yine konu yalnız bir kadının toplum içinde özgürleşme sancıları. İster 50 yıl önce olsun, ister günümüzde, ister Amerikan toplumunda ister Japon bu konu daha çok kitaba konu olur.

Bu arada Murakami okuya okuya Japon edebiyatına epeyce alıştım. İlk kitaplarda tuhaf gelen falanca Bey falanca Hanım tamlamaları - ki sanırım -san ekine tekamül ediyor- artık oldukça doğal geliyor. Bu arada Sakaya Murata'nın da 2001 yılında Gunzo, 2013 yılında Mishima Yukio ödüllerini aldığına da değinmek lazım. Japon edebiyatı fırtına gibi esiyor gerçekten... "Kasiyer" romanı Japonya'da 600 bin adetten fazla satınca önce İngilizceye ardından da dünya çapında pek çok dile çevrilmiş. 

Keiko Furukura, 18 yıldır yarı zamanlı olarak bir markette kasiyerlik yapmaktadır. Bizim tabirle ne uzar ne de kısalır ancak bu sıradan yaşamdan bir o kadar da memnundur. Ancak çevresi Keiko'nun hayatından nedense rahatsızdır. Ne zaman güzel bir iş bulacak, ne zaman daha çok kazanacak, ne zaman birini sevip evlenip çoluk çocuğa karışacak, ne zaman normal bir insan olacaktır...  Ancak çocukluğundan beri normal biri olmayan, iki arkadaşı kavga ederken ayırmak için birinin kafasına kürekle vuran, sinir krizi geçiren öğretmenini sakinleştirmek için eteğini aşağı çeken  Keiko'nun  kendini sakinleştirip uyum sağladığı tek yer çalışmaya başladığı süpermarket olmuştur. 

Orta yaşlı Şiraha'nın markette çalışmaya başlamasıyla Furuka Hanım'ın hayatı değişime uğrar. Önce çalışmayı pek sevmeyen Şiraha marketten kovulur ve Keiko ile aynı evi paylaşmaya başlar; ardından Keiko işten ayrılıp kendine toplumun öngördüğü hayatı yaşamak için bir adım atar. Ancak bir müddet sonra yataktan kalkmak için bile bir amacı kalmadığının farkına varır. Markette bir sürü çalışan, müdür ve marka eskitmiş, rüyasında bile kasiyerlik yapan, zamanla marketin bir parçası haline gelen Keiko için hayat nasıl devam etmelidir?

Bu kısacık romanda koca bir dünya var. 

Okuma listenize alın derim...






        


14 Şubat 2021

Evlenilecek Kadın - Margaret Atwood


“Belki kadınların üniversiteye gitmelerine izin verilmemeli; böylece sonradan, düşünen kafalar olarak hayatta neler kaçırdıklarını hissetmezler.”

"Damızlık Kızın Öyküsü" adlı distopik kitabıyla tanıdığımız 2000 Booker Ödülü sahibi Margaret Atwood'un 1969 tarihli ilk romanı olan "Evlenilecek Kadın", Doğan Kitap tarafından Türkçeye kazandırıldı.  Feminist hareketin güçlü etkisini yansıtan kitabı, yazıldığı dönemin şartlarında değerlendirmek gerekiyor. 

Marian, tüketici davranışlarını ölçen bir araştırma şirketinde çalışmaktadır. Ev arkadaşı Aisley ile yalnız yaşamaktadır ve bu durum, ev sahibinden mahalle bakkalına kadar çevre baskısına maruz kalmalarına sebep olmaktadır. (ki bu durum bize pek yabancı değil; yalnız yaşayan bir kadınsanız toplum işgüzarlarının üzerlerine vazife olmayan denetleyici davranışlarına maruz kalmanız çok normaldir...) Marian, gelecek vadeden ve iyi bir eş adayı olan hukukçu sevgilisi Peter'den evlilik teklifi alır ve hiç tereddütsüz kabul eder. Ancak tesadüf eseri tanıştığı, kendisine bile gelecek vaad edemeyen İngiliz Edebiyatı öğrencisi Duncan'a ilgi duymaya başlar. Duncan'ın yaşadığı dünya Marian'a öğretilenlerden çok farklıdır. Marian'ın ideal evlilik tanımı günden güne değişirken et yiyememeye, Peter'i, aşkı, geleceğini sorgulamaya başlar. Bir parçası olduğu tüketim toplumunda, kadının yeri ve ondan beklenenler nedir ve buna karşılık Marian'ın kararları nasıl değişecektir.

Atwood'un günümüz koşullarında dahi güncelliğini kaybetmeyen yarım asırlık romanı okunmayı kesinlikle hak ediyor. Hele bir kadınsanız ve toplumun sizden beklediği davranışlar hayatınızı belirliyorsa...









8 Şubat 2021

Dövüş Kulübü - Chuck Palahniuk



Dövüş Kulübü'nün ilk iki kuralı nedir?
Dövüş Kulübü'nün ilk kuralıDövüş Kulübü hakkında konuşmamaktır. Dövüş Kulübü'nün ikinci kuralıDövüş Kulübü hakkında konuşmamaktır.

Amerikalı yazar Chuck Palahniuk tarafından 1996 yılında yazılan ve yeraltı edebiyatının kült romanları arasına giren kitap, 1999 yılında filme çekilerek Brad Pitt ve Edward Norton'lu kadrosuyla adından çokça söz ettirdi.

Çalıştığı şirkette mutsuz olan ve iş gereği yaptığı yolculuklar ve stres nedeniyle insomnia (uykusuzluk) hastalığına yakalanan anlatıcı, doktorunun tavsiyesi ile kanserli hasta gruplarına gider ve orada kendisinden daha vahim durumda olan insanların arasında şifa bulmaya çalışır. Bu toplantılar esnasında kendisi gibi hasta olmayıp bu toplantılara katılan Marla ile tanışır. İkisi de farklı zamanlarda farklı toplantılara devam eder.  Gittiği bir plajda tanıştığı Tyler Durden ile beraber bir dövüş kulübü kurarlar. Tyler, anlatıcının olmak istediği kişinin tüm özelliklerine sahiptir. Karizma, düzene karşı isyan, sertlik... Anlatıcı, Tyler'ın evine taşınır. Dövüş Kulübü, zamanla tüm ülkeye yayılır. Anlatıcı, her yerde kulübün üyeleriyle karşılaşır ve itibar görür. Kulüpler, kapital dünyada kendini önemsiz hissedenler için bir buluşma noktasıdır. Dövüşerek, kan akıtarak kemikleri kırılarak dünyada var olduklarını hissederler. Dövüş Kulübü'nü Kıyamet Projesi izler. Tyler bir görünüp bir ortadan kaybolmaktadır. Anlatıcı onu bulmak için şehir şehir dolaşır. Projelerin çığrından çıktığını görünce polisle irtibata geçer. Kıyamet projesi kapsamında en uzun bina yerle bir edilecektir anlatıcı ağzına bir silah sokup polisleri burada bekler. Artık her şeye son verme zamanı gelmiştir.

Çağdaş edebiyatın en iyi örneklerinden sayılabilecek kitap, filmi sayesinde hak ettiği başarıyı elde etmiş. Denemekte fayda var...