28 Nisan 2020

Brooklyn - Colm Tóibín





1950'lerin İrlandası'ndayız. Eilis, Enniscorthy'de (ki yazarın doğduğu ve büyüdüğü taşra kasabası) annesi ve ablası Rose ile birlikte yaşamakta. Ağabeyleri ise çalışmak için  Birmingham'dalar. Rose, bir muhasebeci ve iyi bir golf oyuncusu. Yine muhasebe eğitimi alan Eilis'in ablası onun kasabada kalıp sıkıcı bir yaşam sürmesi yerine  Amerika'ya göçme imkanı yaratır. Bu durumda Eilis kendini Amerika'ya gitmeye zorunlu hisseder ve oradaki bir Peder'in yardımıyla bir mağazada tezgahtar olarak iş bulur. Zorlu bir gemi yolculuğunu ardından Amerika'ya gelen Eilis, bir evde pansiyoner olarak kalmaya başlar.  Yeni hayatına adapte olmaya çalışırken ailesinden gelen mektuplar ona kendisini bu koca şehirde yalnız hissettirir.  


 "Bütün bunlar korkunç bir ağırlıkla üzerine çöktü ve bir an için ağlayacak gibi oldu. Sanki karşı koymak için büyük çaba harcamasına karşın göğsündeki bir ağrı, gözyaşlarını yanaklarından akmaya zorluyordu. Yaşadığı her neyse ona teslim olmadı. Bu yeni duyguya neyin yol açtığını düşünüyor, anlamaya çalışıyordu. Umutsuzluk gibiydi. Babası öldüğünde, tabutu kapatılırken gördüğünde hissettikleri gibiydi. Babasının dünyayı bir daha asla göremeyeceği ve Eilis'in onunla bir daha asla konuşamayacağı hissi gibiydi." 

Tüm bu hislerin sebebi sıla hasretidir. Peder, bu durumu onun arkadaş edinerek ve boş kalmayarak çözeceğini söyler ve Eilis bir akşam okuluna yazılır. Yine Peder'in organize ettiği dans gecelerinden birinde de İtalyan göçmeni Tony ile tanışıp aşık olur. Tesisatçılık yapan Tony ile ailesinin haberi olmadan evlenir. Ancak Rose'un ani vefatı nedeniyle yaşadığı kasabaya döner. Kasabanın o bildik yaşamı, annesinin ona olan ihtiyacı, Rose'un işini bir müddet için devralması ve eski arkadaşlarının sıcak karşılamaları onu bir ikilemde bırakır. Eilis, o kocaman şehirde kurmaya çalıştığı hayata geri mi dönecektir yoksa kasabanın bilindik, tehlikesiz dünyasında mı kalacaktır. 
Burasını da okuyunca öğrenirsiniz :))

Ben daha önce kitabın filmini seyretmiştim ve vurgulanan sıla hasreti bana çok tanıdık gelmişti. 1986 yılında henüz 16 yaşında iken üniversite eğitimi için geldiğim İstanbul, bana aynen bu duyguları hissettirmiş ve her hafta sonu Bolu'ya ailemin yanına giderek ve her Pazar günü ağlaya ağlaya İstanbul'a gelerek en sonunda sinirlerimi bozmuş ve bir müddet okulu mokulu bırakıp ailemin yanına geri dönmeyi bile düşünmüştüm. O dönem beni ne ayağa kaldırdı tam olarak bilemiyorum ama yaz tatili geçince yeni bir hayat için tekrar kolları sıvadım ve İstanbul'u seçtim... Seçiş o seçiş halen de buradayım...

Yayınlandığı yıl Costa Roman Ödülü'nü kazanan Brooklyn, İngiliz Observer gazetesi tarafından En İyi 10 Tarihi Roman arasında gösterilmiş. Ben kitaba bayıldım... Şiddetle tavsiye ederim. 




İstanbul'un Kuytu Köşeleri - Aydın Boysan



Bir İstanbul aşığı olan Mimar, Yazar, keyif adamı sevgili  Aydın Boysan'dan yine İstanbul'u konu alan bir kitap "İstanbul'un Kuytu Köşeleri". Boysan, şehrin kendisini etkileyen köşelerini, buralardaki anılarını, gizli kalmış hikayelerini kaleme alırken nüfusu 1 milyonu bile geçmeyen İstanbul'u konu ediyor. Henüz göçlere hedef olmamış, gerçek İstanbul'luların yaşadığı bir şehri... Boğaz, Anadolu yakası, Avrupa yakası, sur içi, Narlıkapı'dan Yeşilköy'e bir İstanbul turu...

"İstanbul'un Kuytu Köşeleri", Aydın Boysan'ın okuduğum ilk kitabı  oldu. Yazarın daha önceki kitaplarını ve anlatım tarzını bilmiyorum. Aslında ben Boysan'ın sohbetlerinden dolayı onun daha okuması keyifli, akan bir kitap yazacağını düşünmüştüm. Bu kitaptaki bölümler ise sanki birer köşe yazısı gibi... Biraz "soğuk" bir kitap...

Hep söylerim; eğer başka bir ülkede doğmuş olsaydım dünyada ilk görmek isteyeceğim yer İstanbul olurdu diye... Ne yaparsak yapalım, beton yığınlarıyla, gecekondularla dolduralım, yeşiline göz koyalım yine de bu şehir "ben güzelim" demeye devam ediyor... Keşke bir "undo" tuşu aktif olsa da çirkinlikler birer birer silinebilse...


Aklımda Hep Sen - Kürşat Başar


Babalar kızları için her zaman değerlidir... Arada küçük anlaşmazlıklar yaşansa da aslında aralarından su sızmaz... Ebru'nun da babası onun için çok değerli. Ancak ummadığı bir anda babası "kendinize iyi bakın, uzun bir seyahaye çıkıyorum" diyerek evi terk ediyor. Ve Ebru'nun hayatının dönüm noktalarından biri oluyor bu durum. Sonrası mı ömrü boyunca hiç anlaşamadığı annesiyle ve çok sevdiği anneannesiyle büyüyen bir Ebru...Kitabı Ebru'nun ağzından anlatmış yazar... Ebru'nun eğitim hayatı, aşkları, arkadaşlıkları, babasızlığı, büyüyüp olgunlaşması... Kendi evini hep kendi içinde taşıması... 
"Aklımda Hep Sen", sabun köpüğü gibi bir kitap. Üzerinde yazmaya değer hiçbir şey bulamıyorum maalesef. Doğrusu "Başucumda Müzik" gibi bir başyapıtı yazmış birine hiç yakışmamış. Ergenler için yazılmış bir yaz romanı diyelim de meraklısı okusun...










15 Nisan 2020

Müthiş Bir Şey - Chitra Divakaruni




İlk kez başımıza gelen zor bir durum karşısında nasıl davranıyoruz? Metanetimizi koruyabiliyor muyuz? Öfkeleniyor muyuz? Ne yapacağımızı bilemiyor muyuz? Yoksa sükunetimizi koruyup konu ile ilgili şaka yapabiliyor muyuz? Neden herkes farklı tepkiler veriyor? Neden baskı kimilerinde en kötüyü ortaya çıkarırken kimilerinin içinde en iyiyi uyandırıyor? İşte yazarı Chitra Divakaruni'nin de ısrarla vurguladığı gibi bu kitap tamamen bu konu üzerine kaleme alınmış.

Hikayenin nerede geçtiği belli değil; burası her okuyucunun kendi şehri olabilir. Hindistan Konsolosluğu'nda vize başvurusu için bekleyen bir grup insan, şiddetli bir deprem sonrası bodrum katında mahsur kalırlar. Yanlarında çok az miktarda yiyecek vardır. Bulundukları yer de su almaktadır. Bu stresli ortamda, hayatta kalma iç güdüsüyle ve stresiyle, her biri çeşitli kültürlerden gelen bu dokuz kişi birbirlerine hayatlarından öyküler anlatırlar. Daha önce kimseyle paylaşmadıkları "müthiş bir şey"i ilk kez karşılaştıkları kader ortaklarına anlatırlar. Hikaye içinde hikayeler başlar...

"Müthiş Bir Şey" bir solukta okunabilecek kitaplardan ve kurgusu mükemmel. Ama sanki kitabın adı biraz zorlama olmuş. Orijinal adı olan "One Amazing Thing" de öyle... Öyküler "müthiş" olmaktan ziyade kimseye bu güne dek söylenemeyen sırları içeriyor ve kahramanların neden günün o saatinde orada olduklarını... Benceee "Anlatacaklarım Var" daha güzel olurmuş... Ben çok sevdim... Keyifli okumalar...




3 Nisan 2020

Profesör ve Hizmetçi - Yoko Ogawa



Japon yazarların modern edebiyata olan katkıları yadsınamaz düzeyde... Hani eskiden bir laf vardı "Japonlar yapmış kardeşim...". Japonlar gerçekten sessiz sedası, derinden yaptıkları işin en iyisini yapıyor. Murakami, Ishigura ve daha henüz kitaplarını okumadıklarım... Bu arada yıllar önce ofis olarak takip ettiğimiz JA (Japan Architect) diye zamanın en güzel ve sade binalarının yer aldığı dergiler vardı. Onlara bakar nasıl bu denli sade ve şık dizaynlarla oldukça kullanışlı mekanlar yapıyorlar diye hayran olurduk.

Yoko Ogawa da genç bir Japon yazar. Pegasus Yayınları'ndan çıkan Profesör ve Hizmetçi kitabı 2006 yılında filme de alınmış. (Şu sıralar adet haline geldi. Önce kitabı okuyup ardından sinema yorumunu izlemek. Doğrusu Beni Asla Bırakma 'nın sinema yorumunu pek sevmedim. Kitabı da gerçi çok anlamlı değildi o ayrı...)

Profesör ve Hizmetçi, dört kişi arasında geçiyor. Evlere temizlik için giden ve çocuğuyla yalnız yaşayan hizmetçi, 60'lı yaşlarının ortasında yalnız yaşayan, birkaç yıl evvel geçirdiği trafik kazası sonucu sadece yaşadığı son 80 dk. öncesini hatırlamayan matematik profesörü, hizmetçinin 10 yaşındaki oğlu (saçı karekök işaretine benzediği için profesör ona KÖK adını takmış) ve Profesörün kardeşinin dul karısı...

Geçirdiği kaza sonucu kimselerle kolay iletişim kuramayan profesör, ilk defa hizmetçisi ve oğlu ile anlaşır. Profesör, üzerinde kendine hatırlatma notları taşır ve her sabah hizmetçisiyle tekrar tanışır. Ona daimi olarak sorduğu ilk soru ise ayakkabı numarası olur. Profesörün dünyası sayılardır. Sayıların sihirli özelliklerini, formülleri ve yıllar önce yazıp kanıtladığı tezini asla unutmaz. Dergilerdeki ödüllü matematik sorularını çözer. Hizmetçi ve oğlu da kendilerini matematiğin gizli dünyasının içinde bulurlar. Bu üçlü arasında yaşanan son derece dokunaklı ve insani ilişki, bolca matematik (şu an benim bile unutmuş olduğum formüller) ve beyzbol romana yön veren unsurlar. Ben okurken çok keyif aldım. Dördüncü şahsın rolünü anlatmayayım da size de merak edecek bir şey kalsın...  Ben okurken çok keyif aldım.