1950'lerin İrlandası'ndayız. Eilis, Enniscorthy'de (ki yazarın doğduğu ve büyüdüğü taşra kasabası) annesi ve ablası Rose ile birlikte yaşamakta. Ağabeyleri ise çalışmak için Birmingham'dalar. Rose, bir muhasebeci ve iyi bir golf oyuncusu. Yine muhasebe eğitimi alan Eilis'in ablası onun kasabada kalıp sıkıcı bir yaşam sürmesi yerine Amerika'ya göçme imkanı yaratır. Bu durumda Eilis kendini Amerika'ya gitmeye zorunlu hisseder ve oradaki bir Peder'in yardımıyla bir mağazada tezgahtar olarak iş bulur. Zorlu bir gemi yolculuğunu ardından Amerika'ya gelen Eilis, bir evde pansiyoner olarak kalmaya başlar. Yeni hayatına adapte olmaya çalışırken ailesinden gelen mektuplar ona kendisini bu koca şehirde yalnız hissettirir.
"Bütün bunlar korkunç bir ağırlıkla üzerine çöktü ve bir an için ağlayacak gibi oldu. Sanki karşı koymak için büyük çaba harcamasına karşın göğsündeki bir ağrı, gözyaşlarını yanaklarından akmaya zorluyordu. Yaşadığı her neyse ona teslim olmadı. Bu yeni duyguya neyin yol açtığını düşünüyor, anlamaya çalışıyordu. Umutsuzluk gibiydi. Babası öldüğünde, tabutu kapatılırken gördüğünde hissettikleri gibiydi. Babasının dünyayı bir daha asla göremeyeceği ve Eilis'in onunla bir daha asla konuşamayacağı hissi gibiydi."
Tüm bu hislerin sebebi sıla hasretidir. Peder, bu durumu onun arkadaş edinerek ve boş kalmayarak çözeceğini söyler ve Eilis bir akşam okuluna yazılır. Yine Peder'in organize ettiği dans gecelerinden birinde de İtalyan göçmeni Tony ile tanışıp aşık olur. Tesisatçılık yapan Tony ile ailesinin haberi olmadan evlenir. Ancak Rose'un ani vefatı nedeniyle yaşadığı kasabaya döner. Kasabanın o bildik yaşamı, annesinin ona olan ihtiyacı, Rose'un işini bir müddet için devralması ve eski arkadaşlarının sıcak karşılamaları onu bir ikilemde bırakır. Eilis, o kocaman şehirde kurmaya çalıştığı hayata geri mi dönecektir yoksa kasabanın bilindik, tehlikesiz dünyasında mı kalacaktır.
Burasını da okuyunca öğrenirsiniz :))
Ben daha önce kitabın filmini seyretmiştim ve vurgulanan sıla hasreti bana çok tanıdık gelmişti. 1986 yılında henüz 16 yaşında iken üniversite eğitimi için geldiğim İstanbul, bana aynen bu duyguları hissettirmiş ve her hafta sonu Bolu'ya ailemin yanına giderek ve her Pazar günü ağlaya ağlaya İstanbul'a gelerek en sonunda sinirlerimi bozmuş ve bir müddet okulu mokulu bırakıp ailemin yanına geri dönmeyi bile düşünmüştüm. O dönem beni ne ayağa kaldırdı tam olarak bilemiyorum ama yaz tatili geçince yeni bir hayat için tekrar kolları sıvadım ve İstanbul'u seçtim... Seçiş o seçiş halen de buradayım...
Yayınlandığı yıl Costa Roman Ödülü'nü kazanan Brooklyn, İngiliz Observer gazetesi tarafından En İyi 10 Tarihi Roman arasında gösterilmiş. Ben kitaba bayıldım... Şiddetle tavsiye ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder