30 Haziran 2020

İnsan Olmak - Engin Geçtan




1983 yılında yayımlanan "İnsan Olmak", Psikiyatr Engin Geçtan tarafından kaleme alınmış. Aslında psikolojik ders notları değerinde olan kitap on üç bölümden oluşuyor ve hayatımızdaki sorulara cevap olmaya çalışıyor.


Var olduğumuz ilk andan günümüze kadar birey toplumdan nasıl etkilenir, toplumu nasıl etkiler? Bireylerin çocukluk yaşantılarının önemi nedir? Kalıtımla gelen davranışları çocukluk hayatı nasıl etkiler? Çocukken ihtiyaçlarımızın aşırı karşılanması ya da karşılanmamasının bireyin gelecek yaşantılarını olumsuz etkiler mi? Ana-baba davranışlarını kendi çocukluklarındaki yaşantıları etkiler mi? Bireylerin olumsuz duyguları ve bunlara bağlı olarak geliştirdiği savunma mekanizmaları kendi varoluşlarını nasıl etkiler? Güven duygusuyla büyüyen birey farklı mıdır? Terk edilmiş isek karşımızdaki kişiye karşı duyduğumuz öfke ve düşmanlık bilinçaltımıza nasıl döner? Değersizlik duygusunu körükleyen nedenler nelerdir? Kaygılardan kurtulmanın yolu nedir? Kahır, üzüntü, bedensel yorgunluk gibi nedenlerle sorumluluklardan kaçılabilir mi? Yaşlılık nasıl bir ruh durumunu beraberinde getirir? Hayatını yaşamak yerine getirilmesi gereken bir görev midir yoksa sonuna karar zevk alınması gereken bir süreç midir?

İnsan psikolojisi ilginizi mi çekiyor? Beynin kıvrımları sizi merak mı ettiriyor. Bu değerli insanın kitabını okumadan geçmeyin.







Babam Öldüğünde Ağlamadım - Iris Galley




Iris 9 yaşından 14 yaşına kadar babasının cinsel tacizine uğrar. Bir gün canına tak eder ve evdeki misafirlere içini döker. Misafirler polise haber verir. İki gün sonra babası intihar eder. Bir süre yakınlarınını yanında kalan Irıs, bir süre sonra bir enstitüye gönderilir. 40 yıl sonra seyrettiği bir Tv programından etkilenerek yaşadıklarını anlatan bir kitap yazar. Tüm hayatını, bunalımlarını, yaşadığı iç savaşları, günlüklerini de ifşa ederek gözler önüne serer.

Arka kapak yazısında ayrıntılı olarak belirtilmiş. Ensest üzerine yazmak ya da konuşmak hala bir tabu olarak görülüyor. Son istatistiklere göre ensest daha yaygın bir hale gelmesine rağmen (sadece İsviçre´de 45000 vaka kaydedilmiştir), kurbanları, yaşadıkları acıları ve yüz karası utançları insanlarla paylaşmaya cesaret edemiyor. Günümüzde bile bir baba işlediği insanlık suçundan habersiz kızına yıllarca tecavüz ediyor ve kimsenin ruhu duymuyor. 

Kitabı okurken boğazınızda bir yumruk oluşuyor, dehşetten eliniz ayağınız buz kesiyor. Bir baba bunu çocuğuna nasıl yapabilir ve bir anne buna nasıl göz yumabilir, aklınız hayaliniz almıyor. Bu tarz kitaplar belki bu istismarlara maruz kalan çocuklara bir ışık olur. Keşke çevirisi ve kurgusuna özen gösterilseymiş.




Mavi Bisiklet - Regine Deforges




1939 yılı... Bordeux'da yaşayan Lea Delmas 19 yaşında... Uçsuz bucaksız topraklar, geniş ve şefkat dolu bir aile, üzüm bağları.... Ve derken II.Dünya Savaşı patlak verir. Nazi işgali, parçalanan aileler, ülkesi için göze alınanlar... Lea, güç seçimlerle karşı karşıya kalır. Hayatına giren erkeklerin heyecanları kitabı müstehcen hale getirirken bir savaşın insan hayatından neleri alıp götürdüğünü görürüz.

Romantik hikayelere meraklıysanız II.Dünya Savaşı dekorunda geçen bu kitabı sevmemeniz için hiçbir neden yok. Ben fazla beyaz dizi kitabı buldum.





Kuşku - Richard Condon



Richard Condon'ın 1959 yılında yazdığı Manchurian Candidate adlı romanı, Türkçe'ye "Kuşku" olarak çevrilmiş. Amerikan siyasetinin önde gelen ailelerinden birinin oğlu olan Raymınd Shaw, Kore savaşı sırasında kaçırılır ve beyni yıkanır. Ülkesine döndüğünde, dışarıdan tamamen normal görünmesine rağmen, şartlandırıldığı gizli bir sinyal ile (-ki bu iskambildeki karo kızıdır) hareketleri Çin ve Sovyet istihbaratı tarafından uzaktan kontrol edilmektedir. Shaw'ı Amerika içinde kontrol eden kişi gizli bir KGB ajanı olan annesidir. Üvey babası Iselin ise başkan yardımcısı seçilmek üzere olan bir senatördür. Komünistlerin planı, Iselin'i başkan koltuğuna oturtup Amerika'yı kontrol altına almaktır. 

Condon'ın kitabı, 1962 ve 2004 yılında filme de çekilmiş. Amerika'nın komünistleşme korkusunu ele almasıyla zamanın ve günümüzün siyasi komplo düşüncelerini ele alan "Kuşku", düşmeyen temposuyla sonuna dek okunmayı hak ediyor. Benim dahi ilgimi çekti.






 


Hayal - Ayşe Kulin



Ayşe Kulin'in ilk kitabı yayınlandığında 45 yaşında olduğunu biliyor muydunuz? "Hayal" bir otobiyografik kitap. Daha önce yazdığı "Hayat" ve "Hüzün" kitaplarının ardından "Hayal", Kulin'in 30 senelik yaşantısı boyunca neler yaptığını, hangi işlerde çalıştığını ve yazarlık serüvenini anlatıyor.

Ayşe Kulin, reklam ve organizasyon sektöründe gazete ve dergilerde çalışmış. Bu esnada bir çok ünlü iş adamı, sanatçı, yazar ve politikacı ile anıları olmuş. İlk öykü kitabı "Güneşe Dön Yüzünü" zorlukla ve pek çok edebi hata ile basılmış. Kulin'in yazdığı kitapları gerçek hikayeleri. bu kitapları yazarken nasıl ve nerelerden doküman topladığı, kitaplarının yayın aşamaları ve okuyuculara ulaştıktan sonra yaşadıklarına değinilirken konulara uygun çizilmiş karikatürler de kitabı süslemiş. 

Ayşe Kulin'in kitaplarının çoğunu severek okumuşumdur. "Hayal" kitabını da yazarın samimi anlatımı sayesinde çok beğendim.








Camdaki Kız - Gülseren Budayıcıoğlu



Son zamanlarının en çok okunanları içinde yer alan ve aslında yazar olmayıp psikiyatrist olan ve hastalarından esinlenerek kitaplar yazmaya başlayan Gülseren Budayıcıoğlu'nun okuduğum ilk kitabı oldu "Camdaki Kız". Türk milleti dedikoduya, komşunun neler yaşadığına meraklıdır oldum olası... Yoksa başka neden bulamıyorum gerçek hayattan alıntı psikolojik kitaplara olan bu yoğun ilgiye...

Ben bu tarz kitapları hep sevmişimdir ancak bir Irvin Yalom değil söz konusu yazar... Neyse ben de bir dedikodu meraklısı olarak Budayıcıoğlu'nun kitaplarını tek tek okuyacağım bu gidişle...

Camdaki Kız'da kahramanımız bir kadın. Nalan, hayatı boyunca lüks içinde yaşamış, iyi bir eğitim almış. Ancak yaptığı mutsuz evlilik onu hayatla yüz yüze getirmiş. Boşanıp, kendisiyle hiçbir şekilde bağdaşmayan bir kişilik olan Hayri ile bir aşk yaşamaya başlamış. Hayatı daha fazla taşıyamayınca da Hayri onu Madalyon Kliniğe getirmiş. Hem Nalan'ın hem de Hayri'nin gözünden durum analizi yapıyor kitap. Arka planda da tabii ki başka hikayeler var. Akıcı bir dile sahip olan roman bir çırpıda bitiyor. Bu Madalyon Klinik serisi daha çok satar diyorum...






Şimdilik Bu Kadar - Serra Yılmaz, Emine Uşaklı




Şimdilik Bu Kadar'da, birbirinin dostu iki kadının, Emine Uşaklıgil ve Serra yılmaz'ın uzun soluklu bir sohbetini okuyoruz. İki kadın da uzun yıllarını yurt dışında geçirmiş ikisi de çok kültürlü ve çok dilli, ikisi de sevdiği işi yapıyor ve hayatta kolay kolay hiç bir şeyden ödün vermiyorlar. 

Emine UşaklıgilHalit Ziya Uşaklıgil'in torunu, pek çok ülkede büyük elçilik yapmış Bülend Uşaklıgil'in kızı, Cumhuriyet gazetesi sahibi Yunus Nadi'nin torunu, Sultan Vahdettin'in torunu Prens Ahmet Rıfat İbrahim'in eski eşi... Kendisi hem yazar, hem de gazeteci...

Serra Yılmaz Türk tiyatrosinema ve dizi oyuncusuçevirmen ve yönetmen. Kendisini simultane tercümelerinden de tanıyoruz. Yılmaz, 2017 yılında İtalya'da MIX Milano Festivali'nde "Komedi Kraliçesi" (Queen of Comedy) ödülüne layık görülmüş.


Her iki kadın da kanseri yenmiş, sarsıcı kayıplar yaşamış, her seferinde hayata tutunmuş ve yıllara meydan okumuş. İkisinin çocukluktan bugüne yaşadıkları hayat bir döneme ve bir zümreye ışık tutuyor. Kendilerine de yine tanıdığımız isimler eşlik ediyor.






Kızarmış Yeşil Domatesler - Fannie Flagg




1991 yılında izlediğim ve tek kelimeyle hayran kaldığım "Kızarmış Yeşil Domatesler" filminin kitabı da en az film kadar ilgiyi hak ediyor. 

Evelyn 48 yaşındadır ve hayatının bunca yılını toplumun kendi için belirlediği kuralları uygulamakla geçirir. Sonuç ise büyük bir hayal kırıklığıdır. Büyüyüp evden ayrılan ve onu hiç anlamayan çocuklar, mutsuz bir evlilik ve vücuda yapışan kilolar... Bir hafta sonu eşiyle birlikte kayın validesini ziyaret için gittikleri huzur evinde çıtı pıtı bir kadınla tanışır. 86 yaşındaki Ninny Threadgood adındaki bu kadın, ona 1920'lerde Whistle Stop'da yaşayan Idgie ve Ruth isimli iki genç kadının benzersiz dosluklarını anlatmaya başlar.  Ninny'nin anıları, Evelyn'in hayata bakışını değiştirip onu yepyeni bir kadın yaparken iki kadının yaşadığı sıra dışı dostluk kitaba renk katar. İdgie ve Ruth'un işlettiği Whistle Stop Kafe, renkli karakterler,  ırkçılığın dehşeti ve sıra dışı yemekler... 

Bu denli sıcak ve içten kitaplar bulup okumak çok kolay değil. Kesinlikle tavsiye ederim. Ustaca bir kurgu ve keyifli okumalar... 



Babam ve Sevgilim - Volo, Fabio




Lorenzo artık 37 yaşında ve bu yaşa kadar sevmeyi öğrenemedi. Hayatında iki önemli insan var. Biri, çocukken hayran olduğu, hep şefkat ve ilgisini çekmeyi beklediği ve maalesef henüz bir yabancı olduğu babası, diğeri ise kendisini terk eden eski sevgilisi. Yaptığı iki ayrı telefon görüşmesinin ardından duyguları tamamen altüst olur. Babası hastadır, eski sevgilisi ise başkasıyla evlenmek üzeredir. 

Konuşulamadan kalmış onca şey, okuyan herkesin kendisinden bir parça bulacağı kalbe dokunan sözcükler... Ben severek okudum...




28 Haziran 2020

Jane Austen Hayatımı Mahfetti - Beth Pattilo




Kitabın adında JANE AUSTEN geçince, ve biraz edebiyat aşığı olunca alınan bir kitap oldu "Jane Austen Hayatımı Mahfetti". Kahramanımız, Edebiyat Profesörü Emma Grant, tam bir Jane Austen hayranı. Eşi Edward tarafından aldatılıp aynı zamanda asistanının komplosuna kurban giderek eğitim camiasından uzaklaştırılıyor ve eski saygınlığını kazanmak için Jane Austten'ın bilinmeyen mektuplarını ele geçirip yayınlatmaya çalışıyor.  Emma ile birlikte Austen'ın bilinmeyen dünyasına adım atıyoruz. Austen'ın sokaklarında dolaşıp onunla birlikte yazdığı kitaplarda kayboluyoruz. Bu arada Emma da asıl hayatını mahfeden olay ve kişileri buluyor. 

Adı güzel, Jane Austen'lı yerleri okunası ancak bir o kadar da saçma sepet bir kitap "Jane Austen Hayatımı Mahfetti". Ben bir çok yerinde sıkıntıdan patladım. Sair yorumlar size kalmış.






Parfümün Dansı - Tom Robbins



Alobar bir kral. Ülkesinin geleneklerine göre kralın saçında veya sakalında tek bir beyaz kıl dahi çıksa zehirli bir yumurta yedirilerek öldürülüyor ve bu durum bir şenliğe dönüşüyor. Alobar ise bu duruma karşı geliyor ve eşlerinden Wren'in yardımıyla gömüldüğü mezardan çıkarılıyor ve o günden sonra ölümsüzlüğü aramaya başlıyor. Alobar'ın macerası o günden günümüze kadar 600 yıl boyunca çeşitli coğrafya ve geleneklerle geliyor ve bu esnada yolu zevk ve bereket tanrısı Pan ve kocası ölünce ınunla gömülmesi gereken ama bundan kaçan Kama Sutra ustası Kudra ile kesişiyor. 

Bu esnada günümüzde üç farklı şehirde yaşayan ve kapılarına her gün pancar bırakılan kişilerin yaşamları devreye giriyor. Bu insanların bir ortak noktasıvar; o da Kudra tarafından pancar poleninden yapılan K23 numaralı parfüm. Bu parfümün bu hayatlarda oynadığı rol ise kitabın sonuna kadar gelebilenler tarafından öğreniliyor. 
Kitabın dili biraz ağır, felsefesini anlamak kolay değil. Kitabı Mete şiddetle bana tavsiye etti ve ben de merakla okudum ancak bitirmekte epey zorlandım. Mete ile felsefi konularda aşık atmam mümkün değil ama yine de zihnimi zorlamayı seviyorum.

Tom Robbins'ten Parfümün dansı kült olmuş bir roman. Okumaya çalışın derim...





27 Haziran 2020

Hastasıyım - Ayhan Sicimoğlu



Tv'de yaptığı programlarına, entellektüel köşe yazılarına, gurmeliğine, müziğine, enerjisine "hasta" olduğumuz Ayhan Sicimoğlu'nun seyahat maceralarını konu alan yazılarından oluşan "Hastasıyım" kitabı 25 ülkeyi anlatıyor. 

Nepal'de çıktığı Budist tapınakları, Lizbon'da Fado dinlemenin keyfi, Karayiplerde yelkenliyle dolaşmak, Peru, Japonya, Roma, Adana... Keyifle okunacak ve sizi oralara kadar götürecek bir kitap bu...


Ayrıca Ayhan Sicimoğlu'nun kitaptan elde edeceği gelirin tamamını Türkiye'nin dezavantajlı bölgelerinde ihtiyaç sahibi çocuklara nitelikli eğitim desteği veren TEGV - Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı'na bağışlayacak olması da bu kitabı almak için iyi bir neden...


 

Şiirin Kızkardeşi Öykü - Buket Uzuner




Buket Uzuner, yıllardır takip ettiğim ve okuduğum bir yazar. 2003 yılında yayınladığı kitabı "Şiirin Kardeşi Öykü"yü okumak bu seneye nasipmiş. Uzuner'in dili her zaman sade ve akıcı olmuştur. Bu öykü kitabında ise farklı bir üslup var. Biraz tekrarlar, biraz havada kalan konular, biraz şiirsellik... 

Kitaba ismini veren Şiirin Kardeşi Öykü, küçük bir kasabanın rutin hayatı içinde sıkılan bir çocuğun gözünden kasabaya gelen yeni öğretmenin yarattığı değişimler anlatılıyor. İçinden Deniz Geçen Şehir'de aşk halleri ve şehirler, Maria Magdelana Artık Utanmayacak'da gezginlerin yaşamı anlatılıyor. Son öykü "Cinsel Öyküler "ise bir beşleme. Beş arkadaş yıllar sonra bir araya gelip bir oyun oynarlar.  hepsi alkollüdür ve birbirlerine ilk cinsel deneyimlerini anlatırlar. Cinselliğin halen bir tabu olduğu toplumumuzda, ayıp ve yasaklarla büyümek, cinsel kimliğini bulamamak, ensest gibi toplum sapıklıkları ve daha pek çok özel konu ortaya dökülür.
İlk kez Buket Uzuner okuyacaklar için doğru bir kitap sayılmaz. Daha çok Buket Uzuner'i okumuş, hatmetmiş, özümsemiş okur için bir değişiklik kitabı. 






26 Haziran 2020

Hayat Ağacı - French, Dawn



Silvia, 60 yaşında balkondan düşüp bitkisel hayata girer. Boşandığı eşi, uzun yıllardır nadiren görüştüğü kızı ve oğlu, onu seven hizmetçisi, hem seven hem bir o kadar da kıskanan ablası, yakın kız arkadaşı ve bakımını yapan hemşiresi, sırayla onu ziyaret eder ve Sivia ile yılların hesaplaşmasını yaparlar. Silvia'nın hayatıyla ilgili epey detay öğreniriz bu tek taraflı diyaloglardan. Neden bitkisel hayata girdiği de kitabın sonunda bir soru işareti olmaktan çıkar. Ancak Silvia, kendine gelemez (-ki ben sonuna kadar bu ümidi taşıdım). 

Güzel kurgulanmış, keyifli bir kitap "Hayat Ağacı" . Orijinal ismi olan "Oh Dear Silvia" aslında direkt olarak Türkçeleştirilse daha iyi olurmuş. Çünkü bölümler aslında Silvia'ya söylenmek istenen şimdiye kadar dile getirilemeyenler sözleri içeren bir nevi mektup. Yani "Sevgili Silvia,..." da olurmuş. Ben oldukça severek okudum. 

Bir de işin aslını Silvia’dan öğrenseydik 5 * olurdu puanım.


İyilik - Şebnem İşigüzel



Çocukluğu yoksulluk içinde geçen romanın kahramanı, kanser olduğunu öğrenir. kendisi diş doktorudur ve yıllarını köle gibi çalışarak harcamıştır. Bu hayata bir de mutsuz bir evlilik sıkıştırmıştır. Yalnızdır ve hastalığı bir iç hesaplaşmaya vesile olur. Aslında hastalığından daha derin acıları vardır. Tükettiği bir ömrü, sırları, maskeleri...Ve hikayedeki diğer karakterler; annesi, üvey kızı, Mine Hn., Aslı... Yıllarla ekonomik gücü elde ettikçe dönüştüğü itici kadın asla mutlu edemez onu... Bu bir kadın romanı... Merak edene... Ben sevdim ancak spoiler vermeyeyeim ama sonunda ortaya çıkan gerçek biraz imkansız geldi bana...

26 sene evvel ilk kitabı "Hanene Ay Doğacak" ile edebiyat dünyasına giren Şebnem İşigüzel, yazmaktan asla vazgeçmeyip yıllarla daha ilginç kitaplarla çıkıyor karşımıza. Bu arada kitabın kapağında yer alan fotoğraf İşigüzel'in kızına ait imiş...


 

 
 
 
 
 
 

Kilo Vermenin Kolay Yolu - Allen Carr





https://www.allencarr.com.tr/ sitesinden aynen alıntıdır. 

Allen Carr 02 Eylül 1934 yılında, İngiltere’de çok sigara içen bir babanın oğlu olarak dünyaya gelir. Babasını akciğer kanserinden kaybetmesine rağmen 16 yaşında sigara içmeye başlar. Bir kaç yıl içinde günde yaklaşık 100 sigaraya çıkar. Birçok kişinin denediği gibi Allen Carr da tanınan ve bilinen her sigara bıraktırma yöntemini dener. Ancak başarısız olur.
33 sene boyunca günde ortalama 5 paket sigara içen Allen Carr, 1983 yılında kendisi için sigarayı bırakmanın tek kolay yolunu keşfeder ve nihayet kurtulur. Bu seferki bırakışı daha önceki denemelerine hiç benzemez.
Çok rahat, kolay, acı çekmeden ve keyifli bir biçimde sigaradan kurtulur. Ne kilo alır, ne gergin günler yaşar. Bu olağanüstü tecrübesini çevresindeki sigara içen insanlar ile paylaşmaya başlar ve böylece adım adım dünya çapında kabul edilmiş ve denenmiş “Easyway-Sigarayı Bırakmanın Kolay Yolu” yöntemini geliştirir. Birebir seansları çoğaldıkça grup seansları yapmaya başlar. Londra’da kurduğu ilk kliniğe dünyanın her yerinden onbinlerce insan katılır. Sonunda, hem kendisi gibi uzmanlar yetiştirmeye hem de sigara bırakma konusunda kitap yazmaya başlar. Yazar olmadığı için kitabına şüphe ve kaygı ile başlar ancak kitap milyonlarca insan tarafından okunur ve 47 dile çevrilir.
Dünya çapında yaklaşık 20 milyonun üzerinde sigara içicisinin “Allen Carr-Sigarayı Bırakmanın Kolay Yolu” yöntemiyle sigaradan kurtulduğu bilinmektedir.

Carr'ın ayrıca "Kilo Vermenin Kolay Yolu" kitabı var. Ben yo yo  tarzı kilo alırım, kilo veririm ve vücudumun canına okurum. Bu sebeple de pek çok diyet, sağlık ,yeme içme kitapları benden sorulur. Tabii bir de Carr'ın metodunu inceleyeyim dedim. Ne mi öğrendim? Yeme alışkanlıklarımızın bize öğretilmiş olduğunu. Yediğimiz şeyler konusunda ailemizin genlerini taşıdığımızı. Ve doğaya baktığımızda aslında ne yememiz gerektiğini öğreneceğimizi. Ve her şeyden önemlisi aşırı yemenin zevk vereceğine inanmaktan vazgeçmeyi... Dengeli beslenerek bir müddet sonra vücudumuzun doğru yolu bulacağını...

Ülkemizde seminerleri olan bu gruba katılımlar olmakta. Ben öncelikle kitabını okumayı seçtim. Ve bana ne kadar faydalı oldu? 0.... Mucize beklemeyin... Mucize kafanızda...




O Adam Buraya Gelecek -Pucca



PUCCA bu... 

Bir blog yazıp hayatı değişen, hatta o hayattan bir de film yapılan, geçmişinden kaçarken bile yine ona sığınan Pucca, onu üzenlere, bok var gibi evlenenlere ve haksızlıklara ateş püskürürken; onu sevenlere, pms pms diyenlere ve akılsızlara bedavaya akıl veriyor. Vee mutlu sonu aramaya devam ediyor... "Yaşarken hiç komik değildi..."

Pucca ile ilk kitabında tanıştım... Tanıyanlar bilir. Elle veya Cosmopolitan dergilerindeki köşe yazıları tadında yazar, tüm çıplaklığıyla yaşamından ve duygularından bahseder. Aslında edebi değeri yoktur yazdıklarının ancak Pucca'nın da zaten böyle bir kaygısı yoktur. "O Adam Buraya Gelecek" beşinci kitabıymış. Bir yaz kitabı olarak iki günde okundu bitti. Bizim kız Pucca, sanki biraz olgunlaşmış. Yine yer yer güldürüyor, arada da duygusallaştırıyor. 

Aslında dünyada bestseller olan Bridget Jones'un Günlüğü serisinden pek bir farkı yok Pucca'nın kitaplarının da... Okumaktan gocunmayın, bence hak ediyor...


17 Haziran 2020

Kuyucaklı Yusuf - Sabahattin Ali


Bu sene içinde Sinop'a yaptığımız seyahati ve Sinop Tarihi Cezaevi'nde yaşadığımız duygusal anları sizinle paylaşmıştık. Seyahate çıkmadan evvel girdiğim bir internet sitesinde, Cezaevi'ni gezin, sonra da Kuyucaklı Yusuf'u okuyun mutlaka yazıyordu. Sabahattin Ali'nin sıkıntılı yaşamını ve sırlarla dolu ölümünü bilmeyen yoktur. Ali, son on yıldır hak ettiği ilgiyi görmeye başladı diyebilirim. İki sene evvel Beyoğlu YKY'de "Sabahattin Ali'nin Şehirleri" temalı bir sergi gezmiş, kendisinin Türkiye'nin pek çok yöresinde yaşadıklarıyla ilgili fotoğraflar ve hayat hikayesine tanıklık etmiştik.



Sabahattin Ali‘nin 1937 yılında yazdığı “Kuyucaklı Yusuf”yazarın roman türünde ilk eseri. Daha önce, esprilere konu olan "Kürk Mantolu Madonna" ve "İçimizdeki Şeytan" kitaplarını severek okumuştum. Ali, dönemine göre son derece akıcı olan diliyle günümüzde de örnek alınacak Türk Edebiyatçılarının başında geliyor. 

1903 yılında, Ege'deyiz. Aydın'ın Kuyucak ilçesinde bir karı koca bıçaklanmış olarak bulunur. Olay yerine giden kaymakam Salahattin Bey, anne babası önünde öldürülen Yusuf'a kıyamaz ve evlatlık olarak kendi evine götürür. Salahattin Bey'in huysuz karısı Şahinde, bu durumdan hiç hoşlanmaz. Yusuf, evin küçük kızı Muazzez ile birlikte, bu huzursuz evde büyür. Salahattin Bey'in Edremit'e tayini çıkınca oraya taşınırlar.

On sene sonra, bir bayram günü, kaymakamın kızı Muazzez'e kasabanın en zengini Hilmi Bey'in oğlu Şakir sataşır. Şakir ve Yusuf arasında bir husumet başlar. Şakir, tecavüz ettiği Kübra ve annesi aracılığıyla Yusuf'a iftira atmak ister ancak ana kız son anda bu plandan vazgeçip Yusuf'un yanında, zeytinliklerde çalışıp kaymakamın evinde hizmetli olarak kalmaya başlar. 

Şakir, Muazzez ile evlenmek ister. Şahinde de bu evliliğe oldukça sıcak bakar. Hilmi Bey, Selahattin Bey'i de bu duruma razı etmek için ona bir oyun oynar. Bir kumar oyununda kaymakamı borçlandırır ve imzalattığı senetler karşılığı Muazzez ile oğlunu evlendirmesini şart koşar.  Bu durumda Yusuf, esnaf arkadaşı Ali'den Muazzez ile aralarını yapacağını söyleyerek para alır ve kaymakamın borcunu kapatır. Evlilik hazırlıklarına başlayan Ali'yi, Şakir bir düğünde vurur ancak tüm görgü tanıkları olayın bir kaza olduğunu söyleyince Şakir hapse girmez. Ali'nin ölümünün ardından Yusuf ve Muazzez kaymakamın rızasıyla evlenir. Yusuf da tahrifat katibi olarak işe girer. Selahattin Bey, kalp rahatsızlığı sonucu ölür. Yeni kaymakam İzzet Bey, Hilmi Beylerin adeta uşağı gibidir ve onların talimatıyla Yusuf'u sürekli şehir dışına yollar. Bu esnada Muazzez, annesinin ısrarlarıyla eşraf ve bürokratların evlerindeki içki alemlerine katılıp alkole alışır. Bir müddet sonra durumdan şüphelenen Yusuf , bir gece habersiz gelir ve gördükleri karşısında çılgına dönüp rastgele ateş açar. Muazzez'i atına alıp kaçırır. Sabaha karşı yanlışlıkla vurmuş olduğu Muazzez ölür. Yusuf, mahvolur ve karısını gömüp atını dağlara sürer.

Ege'nin 1900'lü yılların başındaki sosyolojik durumu ve çevre tasvirleri inanılmaz güzel anlatılmış. Sabahattin Ali ile tanışmak için mükemmel bir kitap. Gerçi tüm kitaplarının ayrı bir yeri oluyor okudukça onu da bilin. Ben şiddetle tavsiye ediyorum.




16 Haziran 2020

Vadideki Zambak - Balzac



Bir kitabı, özellikle de klasik bir kitabı okunur kılan özelliklerinin başında çevirisi geldiği muhakkak. Kütüphanemizde bulunan iki ayrı yayın evi (Bordo Siyah / Sonat Kaya) (Cem Yayınevi / Cemal Süreya) ve çevirmene ait Balzac'ın Vadideki Zambak kitabından hangisini okuyacağıma karar vermekte epey tereddüt ettim. Cemal Süreya diyen yanım çok ağır bastı. İlk başlarda uzun paragraflar ve motomot çeviri dolayısıyla biraz zorlansam da kısa süre zarfında kitaba ve Cemal Süreya'nın kalemine adapte olmayı başardım.Gerçi romanı daha iyi anlamak adına Fransız tarihini çok iyi bilmek ve Frasızcaya oldukça hakim olmak kesinlikle çok önemli.

Vadideki Zambak, Honoré de Balzac'ın  en bilinen kitaplarından biri olup 1835'te yayımlanmış. 18. yy. devrim sonrası Fransası'nında toplumsal hayatı büyük bir başarıyla anlatan kitap, MEB'in 100 Temel Eser'i arasında... 

Roman, Felix'in son aşkı Natalie'e yazdığı bir mektupla başlar. 
Aristokrat bir ailenin küçük çocuğu olan Felix de Vandenesse zayıf ve çelimsiz bir çocuk olup aile sevgisinden yoksun bir şekilde yatılı okullarda yetişir. Yüksek öğrenimi sırasında, siyasal ortamdaki çalkalanmalar yüzünden Paris yerine ailesinin yanında, Tours'da yaşamaya başlar. Katıldığı bir baloda, kendisinden epeyce büyük, evli ve iki çocuklu Madam de Mortsauf'a  rastlar ve aşık olur. 
B alodan sonra, ruhundaki çalkantılardan kurtulması için annesi tarafından Indre vadise bir şatoda yaşayan Mösyö de Chessel'in yanına gönderilir. Madam de Mortsaufelix da bu eşsiz vadide,  Clochegour şatosunda yaşamaktadır.  Felix, aileyi ziyaret eder ve Kont Mösyö de Mortsauf ile tanışıp yakın ilişkiler kurar. Bir fırsatını bulduğunda kontese açılır. Kontes de ona karşı derin hisler beslemektedir ancak erdem sahii bir kadın olduğundan kocasına ve çocuklarına ihanet etmemek için Felix'e karşılık vermez. Madam de Mortsauf da Felix gibi yalnız ve sevgisiz bir çocukluk geçirmiş, teyzesi tarafından büyütülmüştür. Felix'ten kendisini teyzesinin sevdiği gibi sevip yine onun hitap ettiği gibi Henriette diye seslenmesini ister. Bu istek karşısında Felix de tutkularını bastırıp altı ayını  aile ile yakın ilişkiler içinde vadide geçirir. 
Felix, Pariste siyasal durumun düzelmesi üzerine vadiden ayrılır.  Henriette'in kendisi için yazdığı tavsiye-öğüt mektubu (-ki bence kitabın en can alıcı noktası bu mektup. Gerçek bir insanlık ve sosyoloji dersi) ışığında yüksek yerlere gelir, soylu çevrelerce sevilip Krala yakın bir insan olur. Bu arada  bir ingiliz soylusu olan Lady Dudley ile tutkulu bir ilişki yaşamaya başlar. Bu  durumun dedikoduları Henriette'in kulağına gidince üzüntüden hastalanır. Giderek hastalığı akıl almaz boyutlara ulaşır. Kıskançlıktan hiçbir şey yemez ve 40 gün süren açlığı sonunda, ölüm döşeğindeyken Felix'e olan aşkını ilan eder. Felix'e ölümünden sonra okuması için bir mektup verir. Mektupta Madam, baloda onu gördüğü andan beri yaşadığı tutkulu aşkından bahseder. 
Henriette'nin ölümünden sonra Felix Paris'e döner ve Lady Dudley ile yollarını ayırır. Felix'in Natalie'ye yazdığı geçmişini anlatan mektup burada sonlnır. Roman, Natalie'nin, Felix'e yazdığı mektupla sona erer.
Hangi yılda okursak okuyalım bir klasik roman, her zaman inanılmaz heyecan verir. Hepsini kendi yüzyılı içinde değerlendirmek önemli. Aslında keşke tüm romanları orijinal dilinde, ilk kaleme alındığı şekliyle okuyup anlama yetisine sahip olsak. 


Deja Vu - Susan Fraser



Dejavu, sözlük anlamına göre  Bir yeri daha önce görmüş olma veya bir olayı daha önce yaşamış olma duygusu ya da Yaşanmış bir anı tekrar yaşıyormuşçasına kapılınan his demek. Kökeni Fransızca olup  'daha önce gördüm' anlamında. déjà (fr)- daha önceden ve voir (fr)- görmek fiilinin geniş zamanda çekilmiş hali vu (fr)'nun birleşimi ile oluşturulmuş bir kelime...


Bir trafik kazası ile başlayan kitapta, dokuz yaşındaki çocukları ile birlikte Avustralya'dan Fransa'ya taşınan Annie ve Marc'ın hikayesine tanıklık ederiz. Yeni bir ülke, yeni bir ortam, yeni bir hayat derken evlilikleri kötüye gider. Geri dönüşlerle hayatlarının dönüm noktalarını öğreniriz. Eğer bir kez daha dünyaya gelseler yapacakları ve yapmayacakları davranışları...İkinci bir şans verilse hayatlarının nereye yönleneceği... 

Uluslararası bir bestseller, çarpıcı bir kitap adı, iyi başlayan bir hikaye, son derece sıkıcı ilerleyen ve Fransızca olarak devam eden diyaloglarla(tekrarlar)ne anlatılmaya çalışıldığı belli olmayan bir roman... Ben hiç sevmedim...



12 Haziran 2020

Görünmeyen - Paul Auster

Aman Allahım bu nasıl müthiş bir kurgu... 




1967 yılındayız. Columbia'da ikinci sınıf öğrencisi Walker, bir partide, yine aynı üniversitede konuk olan İsveçli profesör Rudolph Born ve sevgilisi Margot ile tanışır. Dostlukları ilerler ve Born, Walker'a bir iş teklifinde bulunur. Walker bir edebiyat dergisi çıkaracak, Born ise bu derginin tüm masraflarını üstlenip ayrıca Walker'a bir ücret ödeyecektir. Öte yandan Margot ile Walker arasında bir ilişki yaşanmaya başlar. Walker'ın şahit olduğu Born tarafından işlenen şiddet dolu bir suç sonrasında üçlünün yolu ayrılır.

38 sene sonra Walker'ın üniversite yıllarındaki oda arkadaşı Jim, Walker'dan bir paket alır. Bu, Walker tarafından yazılmış bir otobiyografinin taslağıdır. Walker, yazar olan Jim'in fikrini sormaktadır. 60'lı yaşlarının başında olan Walker'ın lösemi olduğunu ve ölümüne çok az kaldığını öğreniriz. İki eski arkadaş buluşmaya karar verir ve bu arada kitabın devamı olan "Yaz", Jim'in eline geçer. Bu kez, Walker'ın kızkardeşi ile aynı evi paylaştığı ve sıradışı bir ilişki yaşadığı döneme tanıklık ederiz. Sonrasında, Walker eğitimi için Paris'e gider. Bu bölüm "Sonbahar"dır. Margot ile tekrar başlayan ilişkileri, Born'la karşılaşmaları ve Born'un evleneceği kadın Helene ve kızı Cecile ile olan ilişkileri bu dönemin konusunu oluşturur. Born, geleceği için tehlikeli olmaya başlayan Walker'ı sinsi bir planla Paris'ten uzaklaştırır. 

Finalde, Cecile, Born'u Juin adlı bir Karayip adasında ziyaret eder. Burada geçirdiği birkaç gün zarfında Born ile ilgili çarpıcı gerçeklerin farkına varır. Ve bu bilgileri içeren günlüğünü Jim'e ulaştırır.

Auster'ın etkileyici kurgusunu anlatmakta epey zorluk çektim. Son yıllarda okuduğum en İYİ kitaplardan biri oldu "Görünmeyen". Dil ve kurgu ustası bir yazar, her ne kadar okuduğumuz bir çeviri kitapsa da değinmeden edemeyeceğim müthiş bir çeviri... Seçkin Selvi'nin emeğine sağlık... Mutlaka okuyun... Bu kadar okunası kitap bulmak oldukça zor çünkü...














5 Haziran 2020

2020'ye Girerken Alsace Turu

Fransa'ya yaptığım seyahatleri her zaman severim. Ali çok iyi Fransızca konuşur ve sonuçta başka bir dil konuşmak istemeyen Fransızlarla anlaşmak hep ona düşer ve ben de İngilizce konuşmama gerek kalmadan keyfime bakarım. Bu yılbaşı da yolumuz Fransa'nın Alman sınırına yakın bölgesi Alsace 'a düştü. Bu sene bu bölgeye gitmeyen kalmadı... Tüm sosyal medya paylaşımlarında Alsace Bölgesi ve Colmar görmekten herkesin midesi bulandı. Bu sebeple ben de altı ay bekledim bu geziyi yayımlamak için...

Alsace turumuzu Far&Away firması ile yaptık. Bu firma ile daha önce Küba, Güney Fransa, İspanya, Jamaika'ya özel tur yapmıştık ancak ilk kez onların düzenlediği bir tura katıldık. Bu firma butik ve gurme turlar düzenliyor; biz de Wine & Spirit Education mezunu şarap uzmanı rehberimizle beraber toplam 12 kişilik bir gruptuk. 

28 Aralık sabah uçağı için İstanbul Havalimanı’na gittik.  Uçakta rehberimiz ile, inince de diğerleriyle tanıştık. Gideceğimiz bölgeye daha yakın olduğu için İsviçre Basel Havaalanı'na indik ve Fransa kapısından çıktık. 

Fransa'nın 26 bölgesinden biri olan Alsace Bölgesi, Almanya'dan Ren Nehri ile ayrılıyor. Eskiden Almanya'ya ait olan bu bölgede Alman etkileri hala görülmekte. Konuşulan dil de Fransızca'dan çok Almanca'ya benziyor.  Bu bölgenin en bariz özelliği şarap bağları, sek ve tatlımsı beyaz şarapları, av eti ağırlıklı Fransız ve Alman mutfağı karışımı yemekleri, Ortaçağ'dan kalma şehirler, köyler, Hansel ve Gretel masalını anımsatan bir atmosfer, arnavut kaldırımlı sokaklar, bölgenin simgesi beyaz leylek yuvalarıyla süslenmiş bacalar, Noel zamanının simgesi pazarlar ve birbiriyle yarışacak derecede ilginç Noel süslemeleri ile adeta bir masal diyarını andırması...

Bizi bekleyen otobüsümüzle öğle yemeğini yiyeceğimiz Kaysersberg'e gittik. Restaurantın adı Le Chambard Winstub ve av etleri ile ünlü. Bu şirin köy, adeta önümüzdeki üç gün boyunca göreceğimiz köy ve şehirlerin bir habercisi. Ama bir o kadar da kötü ünü var: Emmy ödüllü ABD'li şef yazar ve 'Parts Unknown' programının sunucusu Anthony Bourdain 61 yaşında bu köyde kaldığı otel odasında ölü bulundu ve ölüm nedeni de maalesef intihar. Yemek yediğimiz restaurantın oteli de söz konusu mekan. 



“İmparator’un Dağı” anlamına gelen Kaysersberg, kesinlikle bu prestijli adını hak ediyor. Yılın her mevsimi, binlerce turistin ziyaret merkezi olan bu şirin köy, yaya olarak geziliyor ve  Alsace’daki Rönesans döneminin en güzel ahşap evlerinden bazılarını barındırıyor.  Yemekten sonra bize verilen serbest zamanda inanılmaz güzel görüntüler çektik. Birbirinden ilginç Noel süslemeleri ile daha da güzelleşen köye hayran kaldık. 




Turun ardından Colmar'a hareket ettik ve La Maison des Tetes Hotel'e yerleştik. Colmar, Alsace Şarap başkenti olarak anılıyor ve renkli evleri ve kanallarıyla Venedik'i andırıyor. Zaten nehrin civarındaki bölge de La Petite Venise (Küçük Venedik) olarak adlandırılmış.


Akşam yemeğimiz Maison Rouge Restaurant'ta idi. (Biz turumuzu akşam ve öğle yemekleri dahil aldık. Gurme turu olduğundan bize yörenin en beğenilen menülerini tattırdılar.) Kaz ciğeri ile ve beyaz şarapla başlayıp, tam 8 saattir pişen dana madalyon ve  kırmızı şarapla devam ettik. Restauranta çevrilen bu geleneksel Alsace Evi'nde yediğimiz yemek tam dört saat sürdü... Acele etmeden, tadına vara vara yemek buraların adetiymiş. Alışmaya çalışacağız bakalım...

29 ARALIK

Sabah kahvaltı sonrası ilk işimiz Noel pazarlarını gezmek oldu. Bu yöreye gelmek için en uygun dönemlerden biri Noel. Çünkü Colmar, Noel süslemeleri ve pazarları ile dünyada ün salmış durumda. 


Amerika’da ki özgürlük heykelini  yapan heykeltraş Frederic Auguste Bartholdi Colmar'da doğmuş ve yaşamış. Evi ise şu an müze olarak geziliyor. Özgürlük heykelinin orijinali ise şehrin girişinde yer alıyor.  Colmar sokaklarında yerlerde yer alan plakaları görüp bunları takip ederseniz müzeye ulaşıyorsunuz. (Maalesef gezemedik. Adı üstünde gurme turu ya tamamen yöresel lezzetler üzerine odaklanılıyor. Kültürel mekanları gezmeye ise pek zaman kalmıyor.)

Rönesans’ın ilk örneği sayılan ve 1537 yılında şapkacı L. Scherer için yapılan bu ev, Eski Colmar’ın sembolü sayılıyor. Maison Pfister'in dikkat çekmemesi mümkün değil. Sekizgen kulesi, iki katlı cumbası, ve cephe boyamaları ile Colmar’ın simgelerinden olan bu binanın ismi ise 1800’lü yıllarda burayı restore etmiş ve burada yaşamış olan aileden geliyor. Eski Colmar o denli küçük ki gün boyunca en az 10 kez bu binanın önünden geçtik. 


Şehrin en ilgi çekici yeri olan La Petite Venise’e geldik ve kurabiye evlere karşı,  Rue des Écoles üzerindeki köprüde fotoğraf çektirdik. Annem Colmar'ı Haziran ayında gezmişti ve o dönemde tüm pencerelerden çiçekler sarkıyormuş. Her mevsim ilgi çekici hale getirmenin bir formülü bulunmuş.


Colmar’ın kapalı pazarına, yani Marché couvert de Colmar’a girdik. 1865’te inşa edilen bu binanın içinde  manavlardan baharatçılara, kasaplardan balıkçılara, peynircilerden fırıncılara, çiçekçilerden şarapçılara aklınıza gelebilecek her türden tezgah var. Ayrıca cafe ve restaurantlar da inanılmaz çekici. Öğle yemeği saati olduğu için içerisi oldukça kalabalıktı. Biz de sadece Fransa'nın lezzet harikası hardallarından aldık ve öğlen yemeği için Noel pazarındaki sıcak beyaz şarap ve sosisli menülerini tercih ettik. 


Otelimiz, Colmarlı ünlü grafik sanatçısı Jean-Jacques Waltz, nam-ı diğer “Hansi”nin müze binasının karşısında idi. Hansi'nin pek çok illüstrasyonları, hediyelik eşyalara konu olmuş durumda. Müze kapalıydı ama hediyelik eşya katını gezmekten kendimi alamadım. Şekerlemeler ise beni o denli cezbetti ki almalara doyamadım. 
Öğleden sonra Eguisheim köyüne gittik. 2003 yılından bu yana “Fransa’nın en güzel köyleri” kulübüne üye olan Eguisheim, “2013’te Fransızların favori köyü” seçilmiş. Köy, sarmal şekilde inşa edilmiş, bir sokaktan giriyorsunuz ve tüm köyü dolaşarak çıkıyorsunuz. Adeta Elf evlerini andıran kapıları, pencereleri ve renkli binaları ile her köşesi ayrı bir fotoğraf noktası. Köyün meydanında kısa bir tadım molası verdik ve Noel pazarına uğramadan edemedik. 


Eguishem'in ardından Ribeauville'deyiz. Köy adeta Noel pazarı ile cıvıl cıvıl. Üçüncü köyden sonra her yer birbirinin aynı gelmeye başladı. Adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Üçgen çatılı Alsace evleri, kurabiye evler...

Colmar'a geri dönüp otelimizde dinlendik. Akşam yemeğimiz oteldeki Michelin yıldızlı restaurant Girardin'de. Bu Ali ile bizim ilk Michelin Restaurant deneyimimiz olacak. Turun geri kalanı daha önce defalarca gitmişler. Benim tek güvendiğim nokta her zaman değişik şeyler yemeği denemeyi sevmem... 
Michelin Yıldızı Ne midir?
Michelin, (ki bize hiç yabancı değil) 1850’li yıllarda Andre Jules ve Edoudard Michelin kardeşlerin Fransa'da kurduğu bir araç lastiği markası. Satışları düşünce pazarlamacılar çareler aramış ve yol üzerindeki restoran ve kafelere, bir rehber hazırlamışlar. Hedef Kara yolu seyahatinin cazibesini ve tabii ki lastik satışlarını artırmakmış. Rehberin ilk kopyası 35.000 adet basılmış. Bu “kırmızı” renkli kitaplar o gün bugündür aynı renkte. Sonra da “yıldız”lar verilmeye başlanmış. Yıldız puanlaması, üç seviyede veriliyor. En yüksek seviye, üç yıldız. Her yıldız bir yıl süreyle geçerli olmaya başlıyor, hemen 3 yıldız alınabileceği gibi yavaş yavaş yükselmek de mümkün… Bir yıldız, “Alanında çok iyi bir restoran” demek. İki yıldız, “Öyle mükemmel bir yemek ki kesinlikle rotanızı değiştirmenize değecek” anlamına gelirken üç yıldız, “Fevkalade bir mutfak, özel bir yolculuğa değer” anlamını taşıyor. Puanlamada sadece yemekler değil; servisten temizlik kurallarına her detaya dikkat ediliyor. Her yıl teftişe geliniyor ve gerekli şartları yerine getirmeyenlerin ellerinden yıldızları alınıyor. Emekler çöpe!...

Bizim Girardin Restaurant ise tek yıldızlı henüz.
Menümüz

Alsace’ın genelinde olduğu gibi Colmar’da da Michelin yıldızlı ya da Michelin rehberlerine giren mekan sayısı oldukça fazla. Bu restaurantlar için kesenin ağzını biraz açmak lazım. Biraz kasık bir atmosferle karşılaşacağınızı da kabul etmek lazım. Mini mini ve sanat eseri kıvamındaki tabaklar, özel olarak masanıza gelip kendini tanıtan şef, her yemekle ilgili alerjik bünyenizi ve sevip sevmediğinizi öğrendikten sonra kişiye özel hazırlanan tabaklar “genelde” Michelin yıldızı alan yerlerin “çoğu” için geçerli. Yemek sırasında sanki çok müthiş bir buluş yaparmış gibi son derece dikkatle tadımlarımızı yaptık.  Salon oldukça sessizdi biz de en kısık seslerimizle sohbet ettik. Her şeye rağmen ben bu seremoniyi sevdim. Yine tüm gecemiz yemek odaklı geçti. Ancak denediğime değdi diyebilirim. Ali'ye kalsa asla bir daha gitmezmiş ama ben keyifle tekrar tekrar giderim. Biraz Roma'lılık var bende ...Kusar kusar yine yerim... Alt resimde görünen her şeyden yedim. tam 12 çeşit... 
30 Aralık
Otelden ve Colmar'dan ayrılıp Riquewihr kasabasına şarap tadımına gittik. Artık kasabalardan bahsetmeyeceğim. Çünkü hepsi birbirinin aynı...  Tadım, bölgenin en iyi üreticilerinden Hugel’de... Hepimize kadehler verildi ve 6 çeşit şarabı ardarda denedik. Kadehlere 1-2 parmak kadar şarabı ağza alıp çevirip ne tadı aldığızdan bahsedip yutmadan bir kaba tükürüyorsunuz. Bence tükürük kapları iğrenç... Şaraba da yazık. Ben sonuna kadar içmeyi tercih ettim. Sabahın onunda şarap içmek de güne ilginç bir başlangıç oldu.



Tadımın ardından bir Orta Çağ şatosu olan  Koenigsbourg kalesini ziyaret ettik. 1993 yılında restore edilen kale, Fransız Kültür Bakanlığı tarafından ulusal tarihi sit alanı olarak ilan edilmiş ve bugün, bölgenin en ünlü turistik noktalarından birisi...


Alsace Ovası’nda 757 metre yükseklikte bulunan Haut-Kœnigsbourg kalesi, heybetli pembe kum taşı yapısıyla dikkat çekiyor. Alsace Şarap Rotası’nın kalbinde yer alan kaleden görünen Alsace Ovası, Kara Orman (Almanya) ve hatta İsviçre Alpleri’nin panoramik manzarası muhteşem ötesi. Ben bu kaleye bayıldım. Bulutların üzerinde gibisiniz. Aşağıda yağmur ve sis var. Burası ise günlük güneşlik ve adeta bir pamuk tarlasına bakıyoruz ya da bir uçaktan aşağı bakıyoruz...
Lindeplatzel restaurantta öğlen yemeği ardından Obernai kasabasını gezdik ve yemin ederim farklı bir özelliği yok. 
Veee günler sonra bir büyük şehir: Strasburg
Otelimiz Regent Petite France... Kanal kıyısında, şehrin en renkli otellerinden biri. Otel odamız biraz tuhaf planlı, girişli çıkışlı ... Ancak pencereden bakıp kanalı görmek harika...
Akşam yemeğimiz yürüme mesafesindeki L'eveil Des Sens restaurantta... Burası 2 katlı, eski Strasborg evlerinden biri ve  evin minicik salonunda bize ayrılan uzun masada mükemmel bir et yedik. Yine tüm gecemiz yemek masasında geçti. Ancak bu geceki yemek benim favorim oldu...

31 Aralık
Eski Strasburg'u rehberimizle geziyoruz. 

Otelimizden çıkıp on adım yürüyünce Petit France'da buluyoruz kendimizi ki burası arnavut kaldırımlı dar sokakları, etrafını çeviren kanallara görüntüleri yansıyan rengarenk evleriyle şehrin en görülmeye değer kısmı. Petite France bir zamanlar değirmencilere ve hayvan derisi tabaklayıcılarına ev sahipliği yapmış. Genellikle iki katlı ve geniş eğimli çatılara sahip olan evlerin çoğu 16.-17.YY’da yapılmış. Tabaklayıcılar derileri nehirde yıkadıktan sonra kurumaları için çatı katlara asarlarmış. Çatılardaki tavan pencerelerini açınca oluşan hava akımı da derilerin çabuk kurumasını sağlarmış. 


Dar sokaklardan yürüyüp kendimizi Strasbourg Katedrali’nin (Cathédrale Notre Dame de Strasbourg) gül penceresi ve 142 metre yüksekliğindeki kulesiyle karşı karşıya bulduk. Katedralin içini ziyaret için uzun bir kuyruğa girdik. İçeride görülmeye en değer kısım 16. YY’da matematikçiler, heykeltraşlar ve İsviçreli saat ustaları tarafından yapılan Rönesans şaheseri Astronomik Saat. Her gün 12:30’da saatin otomatik gösterisi var ve üzerindeki figürler dönmeye başlıyor. Yarım saatlik bu seremoniyi izlemek için parmak uçlarımızda yükselmekten bitap düştük.  Katedralin bir de gözlem platformu varmış ancak 332 basamağı duyunca çıkmaktan vazgeçtik. 


Şehri nehirden de görmek için ill Nehri ve kanallarını içeren tekne gezisine biletlerimizi aldık.  Turumuz yaklaşık bir saat sürdü ve kesinlikle Strasburg'da gerçekleştirilmesi gereken gezilerden biri... Tekne turu bitimi öğlen yemeğimizi yakındaki geleneksel bir restaurantta yedik.  Bu yörenin meşhur yemeklerinin başında tarte flambée geliyor. Aslında bir nevi ince hamurdan yapılmış pizza bu. Birkaç çeşidini kendi aramızda paylaştık. Eşliğinde   Alsace’in tek kırmızı şarabı Pinot Noir sipariş ettik. 


Yemek sonrası serbest zamanımız. Az önce tekne gezisinde dibine kadar geldiğimiz ve 1690 yılında askeri mühendis Vauban’ın planlarına göre inşa edilmiş Vauban Barajı'nın üzerindeki köprü görevi gören 120 m. uzunluğundaki binayı kullanarak Modern Sanatlar Müzesi'ne gideceğiz. Barajın fonksiyonu, bir saldırı sırasında ill Nehri’nin seviyesini yükselterek şehrin güney kısmını sular altında bırakmak ve böylece düşmanın geçişini engellemekmiş. 


MAMCS – Musée d’art moderne et contemporain (Modern Sanat Müzesi)'ne gittiğimizde yılbaşı günü olduğundan kapanışına yarım saat kaldığını öğrendik. Maalesef giremeyip etrafını ve satış ofisini turladık. (Müze shopları her zaman severim ve alacak bir sürü ıvır zıvır bulurum).
Dönüşte baraj binasının gözlem terasına çıktık. Terastan görünen  Petite France, Ponts Couverts ve arka plandaki Katedral manzarası inanılmaz güzeldi. 


Yılbaşı yemeğimiz için dinlenmek üzere otelimize döndük.  Yemek, Katedral Meydanı’nda hemen köşede bulunan kurabiye tipli ev zamanında bir manava ait olan Maison Kammerzell'de. İncil, Yunan ve Roma uygarlıkları ve Orta Çağ’dan esinlenen oldukça detaylı bir cephesi var. Vallahi Türkiye'de de yurt dışında da yılbaşı yemeği mantalitesi aynı. Biz müşterinin parasını alalım, ona neler neler vaat edelim. Sonra da az verelim çokmuş gibi gösterelim. Ayrıca bir de içki içilsin oradan da yolumuzu bulalım. Canlı müzik diye vasat bir orkestrayı kazıklayalım. Tüm gece rahatsız koltuklarda oturtalım. Yılbaşı işte içki içilsin, sarhoş olunsun, her şey güzel görünsün... Biraz da havai fişek tamamdır... Yedik, içtik, yeni yıla girerken bari dans edelim dedik. Orkestra Türk olduğumuzu öğrenince bize Üsküdar'a giderken çalacak diye düşünüp Tarkan'ın Fındıkkıran'ı ile karşılaşınca şaşırdık... Derken yeni yıla girildi... Hadi hayırlısı...


1 Ocak
Uçağımız akşamüzeri 19.35 de ve bizim 16:00'ya kadar serbest zamanımız var. Rehberimizle birlikte şehri gezeceğiz.  Yılbaşı ertesi olduğu için restaurant ve cafeler hariç her yer kapalı yani alışveriş imkanım yok maalesef...
Gutenberg Meydanı tahmin edeceğiniz üzere adını matbaanın mucidi Gutenberg’den alıyor. Gutenberg’in Strasbourg’da yaşadığı yıllarda matbaacılık üzerine yoğun araştırmalar yaptığı ve ilk baskı denemelerini burada gerçekleştirdiği söyleniyor. Meydanın ortasında da  Gutenberg heykeli bulunmakta...


Katedral meydanına çıkan sokakta bir cafeye girip şarap ve kahvelerimizi içtik. Biraz daha ara sokaklarda dolanıp öğle yemeğimizi yemek üzere bir restauranta girdik. Bu kez ben baeckeoffe, Ali ise tarte flambée yedi. Baeckeoffe, yahni şeklinde bir yemek ve kuzu, dana ve domuz versiyonları var. Benim porsiyonum neredeyse iki kişilik olduğundan bitirmeme yardım ettiler. Saat 16:00 gibi otelimizden çıkıp hava alanına gittik. Bir seyahatimizi daha kazasız belasız bitirdik. Darısı diğerlerinin başına.

Bu geziden neler mi öğrendik.

Bölge şarapları kendine has özellikleri ile farklılık kazanıyor. Rielsing, Pinot Gris ve Gewürtztraminer üzümleri, doğal şarap yapım teknikleri kullanılarak kendine özgü bir içim anlayışı yaratıyor. 

Bir şarap ve bir yemek birlikte iyi gidiyorsa aynı yöreye aitler demekmiş.

Bir şarabı şarap yapan üzümüymüş. Yani şarabın %85'i bağda oluşuyormuş.

Şarapta yeşil elma, toprak, çakıl gibi sonsuz tatları almak mümkünmüş.

Biz şarap uzmanı rehberimizden aynı yemekte beyaz şarapla başlayıp kırmızıyla devam etmeyi, yediğimiz yemeklerin tadına göre şarap seçmeyi öğrendik. Tabi üç günde uzman olmak mümkün değil ancak bu seyahat bizim az da olsa ufkumuzu açtı diyebilirim.



Eee ne diyoruz...

In vino veritas
"şarapta gerçek vardır" anlamına gelen, zaman zaman "şarapta gerçek gizlidir" olarak da çevrilmiş olan Latince deyiş... Şarap içenin dili çözülür, şarap içen kişi sakladığı gerçekleri rahatlıkla anlatabilir anlamında kullanılırmış.

Benim de gerçekten favori içkim ŞARAP!...