Gelelim arka fondaki hikayeye: Müştak, 60'lı yaşlarında bir tarih profosörüdür. 21 yıl önce terk edilmiş olmasına rağmen hala, kendisi gibi bir tarihçi olan Nüzhet'e aşıktır. Ona olan aşkının çerçevesinde koskoca bir hayatı feda etmiş, yapayalnız bir ömür geçirmiştir. Despot babası, şefkatli annesi ve cadaloz teyzesinin hayaletleriyle yaşamaktadır. Nüzhet'ten ayrıldığı günden itibaren arada, dünyadan koptuğu, sonunda ne yaptığını hatırlamadığı saatler yaşamaktadır. Nüzhet onu yıllar sonra arayıp yemeğe davet ettiğinde, yemek saatinde kendisini Nüzhet'in evinde bulur; arada yaşadığı zamanda neler yaptığını yine hatırlamamaktadır. Nüzhet'in dairesine çıktığında, kapıyı aralık bulur, Eski sevgilisi, yıllarca önce ona hediye ettiği bir mektup açacağıyla öldürülmüştür. Müştak, kendini olaydan sorumlu tutar, cinayeti kendi işlediğini düşünerek suç aletini ve bıraktığı parmak izlerini ortadan kaldırır. Bu olaydan sonra, kahramanımız, kendisiyle hesaplaşmaya başlarken, Ahmet Ümit, değme klasik Rus yazarlarının kahramanlarıyla yarışacak bir Müştak Serhazin portresi çizer. -Bu bölümleri sonsuz bir keyifle okuduğumu itiraf ediyorum...Yazar, Dostoyevski'nin "Suç ve Ceza"sını aratmamış- Devreye değişmez kahraman Başkomiser Nevzat ve yardımcısı Ali'nin de girmesiyle, Müştak kendini, bir polisiyenin ve kovalamacanın içinde bulur. Katil olduğuna kendi de dahil okuru da inandırmışken cinayetin adi bir vaka olduğu anlaşılır. Ön planda, Fatih Sultan Mehmet'in tahta geçişi, babasıyla sürtüşmeleri, Osmanlı entrikaları ve oğlu II.Beyazıd tarafından zehirlendiğine dair tarihsel olaylarla birlikte bu olayları tartışan ve araştıran tarihçileri konu alan kitap, yer yer sıkıcı olmayı başarmış... Tarih yerine edebiyat daha yerinde olsaymış ve 100 sayfa daha az olsaymış daha keyifli bir kitap olabilirmiş...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder