"Puslu Kıtalar Atlası" kitabı ile tanıdığım ve çok sevdiğim, ardından "Amat" ve "Suskunlar" ile okumaya devam ettiğim dil ustası yazar İhsan Oktay Anar'ı okuma çabam "Yedinci Gün" ile maalesef sona erdi.
Anar, bildiğimiz üzere ağır tarihi bilgilere kitaplarında yer verir. Romanları adeta birkaç hikayenin bir araya gelip bütünü oluşturmasıdır. Bazen kendinizi kitaba sonuna kadar vermiş bulurken bazen de ne kadar çaba sarf ederseniz sarf edin, aynı sayfayı bir kaç kez okurken bulursunuz kendinizi. Osmanlıca, Farsça, Arapça, Eski Türkçe kelimeler sizi çılgına çevirir ve sürekli sözlük kullanma gereği duyarsınız.
"Yedinci Gün" de herhangi bir zamanda herhangi bir Osmanlı Padişahı'nın başına gelen bir öyküyle başlıyor. Aman Allahım ne kadar güzel betimlenmiş her şey diyorsunuz. Sonra da yavaş yavaş hikayeden kopup kah aradaki ilişkileri anlayarak kah anlamayarak kitabın sonuna geliyorsunuz. (Ya da benim için aynen böyle oldu).
Roman, üç bölümden oluşuyor: Baba, Oğul, Hayalet (bana "Baba, Oğul ve Kutsal Ruh Adına"yı çağrıştırdı...)
lk bölümde zeki, üç kağıtçı ve bencil İhsan Sait, sadece fotoğrafını ve mektubunu görerek bir prensese aşık olur ve ona ulaşacak bir zeplin yapmaya çalışır. İkinci bölümde, genç bir erin Sarıkamış'taki savaş tecrübesini okuruz. Son bölümde, 1934 yılında, İhsan Sait'in hayaleti geleceğe ulaşır...
Kısacası bunu söylemekten utanıyorum ama hiç bir şey anlamadım ve artık İhsan Oktay Anar okumaktan vazgeçtiğimi herkese açıklıyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder