24 Haziran 2015
Ana limanda iki gün kalacağız. Kiraladığımız arabayla adanın kuzey kısmı hariç her yerini dolaşacağız. Kuzeydeki Molivos'a tekne ile gitmeyi planlıyoruz.
“Acım… Damla damla akan”,
“Şu kadarını biliyorum
ölüm kötü bir şey:
Bak, işte tanrılardan belli.
İyi bir şey olsaydı ölüm,
önce tanrılar ölmez miydi?”
Akşamüstü arabayı alıp biraz şehri gezdik. Kaleye gittik ama kapanmıştı. Kale, Bizans İmparatoru Iustinianos tarfından yaptırılmış. Çamlarla çevrili dev surların büyük bölümü Osmanlı kuşatması sırasında yıkılmış.
Akşam, Kardaşlar lokantasında yemek yedik. Ana limanın çevresinde paralel sokaklarda keyifli tavernalar olduğunu duymuştuk ama biz tercihimizi deniz kenarındaki lokantalardan yana kullandık. Lokantanın sahipleri bize Türkçe yardımcı olacak birilerini ayarladılar. Yemekler pek iç açıcı olmasa da iştahla yedik. Lokantanın bulunduğu civarda, denize yakın otoparkta inanılmaz çok mülteci var ve görünüşleri oldukça korkutucu. Çıplak çocuklar, üstü başı dökülen hain bakışlı gençler, sokakta yatıp kalkan aileler oldukça ürkütücü bir tablo çiziyor.
Midilli, nam-ı diğer Lesbos Adası, Osmanlılar tarafından
"Ege'nin Bahçesi" olarak anılmış. Midilli'ye Ayvalık'tan kalkan
motorlarla 1 saat içinde ulaşmak mümkün. Yıllardır Taylıeli'ndeki evimize gelir
gideriz, her seferinde "ah keşke pasaportlarımız yanımızda olsaydı da
Midilli'ye gitseydik" diye hayıflanmışızdır. Kısmet bu seneye imiş.
Teknemiz Moshonis iyi ki var...
Koyun adasından sabahın körü olan 5:00'te ayrılıp Midilli'ye vardığımızda saatler 14:00 olmuştu. Oldukça uzun, soğuk ve yorucu bir yolculuk oldu. Ana limana sorunsuzca bağlandık. Artık burayı rahatça gezebiliriz.
Midilli, 1462 yılında Osmanlılarca alındığında Yunanlılar ya tutsak edilmiş ya da İstanbul'a gönderilmiş. Adadaki Ceneviz ve Bizans izleri hem Osmanlılar, hem de depremler tarafından silinmiş.Ana limanda iki gün kalacağız. Kiraladığımız arabayla adanın kuzey kısmı hariç her yerini dolaşacağız. Kuzeydeki Molivos'a tekne ile gitmeyi planlıyoruz.
Midilli Adası'nın en önemli siması M.Ö.7.yy.'da yaşayan lirik şair
Sappho. Aristokrat bir ailenin kızı olan Sappho o zaman için oldukça özgür bir
yaşam sürer. Tüm Akdenizde bilinen şair, kadınlara hitap eden şiirleriyle de
ünlüdür. Bu sebeple eşcinsel olduğu düşünülmüştür. Sappho'nun heykeline
İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde rastlamak mümkün...
“Acım… Damla damla akan”,
“Şu kadarını biliyorum
ölüm kötü bir şey:
Bak, işte tanrılardan belli.
İyi bir şey olsaydı ölüm,
önce tanrılar ölmez miydi?”
Akşamüstü arabayı alıp biraz şehri gezdik. Kaleye gittik ama kapanmıştı. Kale, Bizans İmparatoru Iustinianos tarfından yaptırılmış. Çamlarla çevrili dev surların büyük bölümü Osmanlı kuşatması sırasında yıkılmış.
Akşam, Kardaşlar lokantasında yemek yedik. Ana limanın çevresinde paralel sokaklarda keyifli tavernalar olduğunu duymuştuk ama biz tercihimizi deniz kenarındaki lokantalardan yana kullandık. Lokantanın sahipleri bize Türkçe yardımcı olacak birilerini ayarladılar. Yemekler pek iç açıcı olmasa da iştahla yedik. Lokantanın bulunduğu civarda, denize yakın otoparkta inanılmaz çok mülteci var ve görünüşleri oldukça korkutucu. Çıplak çocuklar, üstü başı dökülen hain bakışlı gençler, sokakta yatıp kalkan aileler oldukça ürkütücü bir tablo çiziyor.
Sabah sabah ilk durağımız Barba Yanni uzolarını yapan fabrika. Şansımıza makinaları çalışırken yakaladık. Kokusu çok cezbedici olan bu mekan, bizi çok memnun etti. Bizi gezdirdiler, çok güzel bir tanıtım yaptılar. Biraz Türk rakısını kötüledilerse de olsun, biz kardeşiz... Herşeyimiz aynı, dolma, musakka, lokum, köfte, baklava, kahve; uzo-rakı savaşı mı yapalım şimdi.
Uzoları tattık. En beğendiğimiz %48 alkol oranı ile Afroditi oldu. Geçen sene pek bayıldığımız Barba Yanni mavi ve yeşilden kat kat güzel. Fiyatı da gayet uygun litrelik uzo sadece 20 euro...
Sonraki durak bir sahil kasabası olan Plomari... Buranın rıhtımına kıçtan kara çok rahat bağlanabiliyor. En güzel özelliği ise Turkcell'in çekmesi.
Biraz dar sokaklarda gezdik sonra arabaya binip bir dağ kasabası olan Agiosos'a gittik. Burası gerçekten hoş bir kasaba, meydandaki çınar ağacının altında kahveler, dar ve çapraşık sokaklardaki dükkanlar, bir ara kendimi Anadolu'nun bir kasabasında hissettim. Tek fark, ağacın bulunduğu avluda cami değil kilise vardı. Hem de ne güzel bir kilise, içindeki ahşap el yapımı merdivene bayıldım. Burada çınarın altındaki kahvede basit bir şeyler yedik ve kahvelerimizi içip dinlendik.
Üçüncü durağımız yine bir sahil kasabası olan Sigri... Burada kapısına tuğra işlenmiş bir kale var. Azmi ve Zeliha 3 sene evvel geldiklerinde burada çok hoş bir lokanta keşfetmişler. Izgara barbun, Ali'nin yediği musakka, rokalı yeşil salatalarımız ve balığın sosu, gerçekten adanın en lezzetli lokantası olduğu söylenebilir. Tek eksiğimiz uzoydu. Onu da başka zaman içeriz artık.
Midilli merkeze dönüşe geçtiğimizde adanın ikinci büyük manastırına, Moni Lemimonos'a uğramadan geçmedik. 1527'de başrahip Ignatios tarafından kurulan manastırda yaşlı evler, kutsal pınar, hayvanat bahçesi, dinsel ve halk sanatı müzeleri mevcut. Burası oldukça sessiz ve üzerine hikayeler yazılacak kadar esrarengiz bir yer; bazı bölümler var ki bayanlara yasak. Avludaki tavus kuşu ise yine güzelliğiyle hepimizi büyüledi, bir de arada bir çıkardığı ürkütücü ses olmasa...
Bugün adanın kuzey tarafına gideceğiz. Sabah 6:45'te yola çıktık. Güzel, sakin bir havada yarı yelken yarı motor Midilli'nin Molivos Limanı'na kıçtan kara olduk.
Geldiğimizde gözümüze çok uzak görünen kaleye kadar tırmandık. Biraz yorucu oldu ama manzarası için değdi.
Bugün de hava sert olduğu için Molivos
Limanı'nda kalacağız. Kahvaltıdan sonra 10:10 trenine yetiştik. 6 euro verip çok binişli bilet alıp trenle her yeri
gezeceğiz. Anaxos'a kadar gideceğiz.
Burası dar sokakları ve tepedeki kilisesiyle şirin bir tatil kasabası. Kilisenin bulunduğu dik yamaca merdivenlerle tırmanılıyor.
Yukarıdan manzara gayet güzel görünüyordu. Bol bol fotoğraf çekip aşağı indik. Burada güzel ikonaları olan bir kilise var.
Bu keşişlerin yaptığı yüzük parmak ve baş parmakla yapılan işaret ne anlama geliyor çok merak ettik.
Sahildeki kahvede oturup dondurma yiyip kahve içtikten sonra yine trenimize bindik ve tekneye geldik. Öğle yemeğini teknede yiyip yine trene bindik ve bu kez kuş gözlem durağında indik. Burası resmen dağ başı ve bizden başka kimse inmediğinden bir gariplik olduğunu hissetmemiz lazımdı. Kuş da olmadığı gibi neredeyse kervan da geçmiyordu. Allahtan bizim yeşil tren geldi de kendimizi içine attık.
Tekrar Molivos Limandayız. Octapus (onlar yanlış yazmış ben değil) Restaurantta Yunan yemekleri ağırlıklı, vejeteryan olmaya yakın, dünyanın yemeğini yedik. Masadaki tek balık ürünü benim ızgara sardalyalarımdı.
Günün en tuhaf olayı bu adada gördüğümüz mülteci kılıklı tipler. Bunlar Midilli ana limanda korkutucu ve tehditkar şekilde etrafta dolaşırken Molivos'ta ise sanki günübirlik pikniğe gelmiş görünümündeler. Benden başka herkes, sırt çantalı, baş örtülü ve malezyalı kılıklı yayan yürüyen insanların turist olduğunu düşünürken bana hepsi sanki yeni gemiden inmiş kaçaklar gibi geldi. Bu fotoğrafta limanda tutulan bizim Türk teknelerine bağlı mülteci botları görülebiliyor. Bu sorun umarım bir an evvel çözülür. Onların içler acısı haline bakarak ne keyifle dolaşıyorsunuz ne de keyifle yiyip içiyorsunuz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder