Margaret Atwood’un 1985’te yazdığı Damızlık Kızın Öyküsü (The
Handmaid’s Tale) her daim içine düşebileceğimiz kaotik bir dünyayı gözler önüne
seriyor. Dizi olarak da yayınlanan kitap, erkek egemen, teokratik ve totaliter
bir toplum distopyası.
Kitapta,
“henüz” gerçek olmayan bir Amerika’dayız (ancak bu dünyada herhangi bir ülke
için de geçerli olabilir). Dünya nüfusu, bir takım insansı felaketler yüzünden
azalmış durumda ve bu duruma çareler aranmakta… Gilead adını alan bu ülkede
kadınların hiçbir söz hakkı yok. Ve doğurganlıklarına göre sınıflanıyorlar. Henüz
doğurganlığını kaybetmemiş, damızlık olanlar, çocuğu olmayan veya olamayacak
üst düzey pozisyondaki evli çiftlerin evine gidip çocukları olana kadar orada
yaşıyorlar. Üç kez deneyip çocuk doğuramayan damızlıkları ise kolonilerdeki
köle hayatı bekliyor. Damızlıklar, üst seviyedeki Komutanlar’ın hizmetine
sunulurken, damızlıklara göre bu durum, bir tür tecavüz, Komutanlara ve onların
eşlerine göre ise rejimin ve soyun devamını sağlamak için bir tür kutsal görev
olarak görülüyor. Öyle ki damızlıklar, ülkeler arası ihraç ürünü olarak dahi
kullanılabiliyor.
Kitap, bu
ülkede yaşayan Fredinki adlı kadının bakış açısından anlatılıyor. Kadın, gerçek
adı olan June yerine, bulunduğu evin sahibi Fred’den adını alıyor; Offred yani
Fredinki… Glead kurulmadan önceki hayatında, sevgilisi, evlilik dışı bir çocuğu
ve bir işi olan Fredinki’nin değişen hayatını ve kendisiyle beraber
çevresindeki kadınların mağduriyetlerini okurken gerçek anlamda geriliyorsunuz.
Kadınlar
arasındaki sınıfsal ayrıma göre damızlık kızlar kırmızı, bir eşe sahip olanlar
mavi, daha evlenmemiş olanlar beyaz, aşçılar ve temizlikçiler ise yeşil
giysiler giymektedirler. Bu, onlara toplum içindeki yerlerini göstermekte ve
onlar da seviyelerine göre hareket etmektedirler. Düzene karşı gelenler ise en
ağır şartlarda cezalandırılırlar ve diğerlerine örnek olsun diye sokaklarda
sergilenirler.
Dizinin de etkisiyle, Kitaba gösterilen ilgi, özellikle ABD'de Donald Trump'ın başkan
seçilmesinden sonra artmış. Doğum kontrolüne ve kürtaja karşı demeçler veren
Trump ve kabinesi, birçok gösteri ile protesto edilmiş. 'Damızlık Kızların'
kostümleri isyanın, kadın bedeni üzerine yapılan siyasete tepkinin de temsili
olmuş. “Burada yaşanmaz” kimse demesin çünkü gücün hangi kesimin eline
geçeceğini bilemezsiniz. Ve "Hiçbir
şey bir anda değişmez: Derece derece ısınan bir küvette farkına varmadan
haşlanarak ölürsünüz." Ve gerçekten öyle mi yaşıyorduk dersiniz.
"Çıplaklığım şimdiden garip geliyor bana.
Bedenim modası geçmiş gibi görünüyor. Sahilde, mayo giyer miydim, gerçekten?
Giyerdim, düşünmeden, erkekler arasında, bacaklarımı, kollarımı, kalçalarımı ve
sırtımı sergileyerek, görülebildiğimi umursamadan."
Kitabın sonu ise adeta “Anne Frank’ın Hatıra Defteri” nin sonu gibi… Fredinki’nin
akıbetini kesinlikle bilemiyorsunuz ve anılar bir noktada kesiliyor. Man Booker
ödüllü Kanadalı yazar Atwood, Damızlık Kızın Öyküsü ile hayatı sorgulatıyor, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığını
altüst ediyor. Susmak, kabullenmek, sessiz kalmak, boyun eğmek, distopik bir
dünyanın başlangıcı olabilir olgusunu kafalarımıza kazıyor.
Dizisi izlenme rekorları kıran kitabın Volker Schlöndorff'ün
yönettiği, Robert Duvall, Faye Dunaway, Aidan
Quinn, Muse Watson ve Natasha Richardson'un başrollerini
paylaştığı 1990 yapımı sinema uyarlaması da mevcut.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder