11 Ağustos 2023

İtalya turu 2023

Pandemiden sonraki ilk yurtdışı seyahatimizi İtalya'ya yaptık. İtalya'ya ilk seyahatim 2003 yılında olmuştu. Tam 20 sene olmuş. O zaman Roma, Floransa ve Napoli'yi görmüştük. Sonraki senelerde ise bu şehirlere Venedik, Bolonya ve Trieste eklenmişti. Bu seyahatimizi ise çok geniş bir yelpazede tuttuk. Milano'dan başlayıp Genova, Floransa, Toscana ve Roma'yı içine alan bir seyahat gerçekleştirdik. Epey yorulduk ama çok da gezdik, gördük eğlendik. Oteller yerine airbnb üzerinden kiraladığımız evlerde kalmayı tercih ettik ve arabamız nereye götürüyorsa gezebileceğimiz kadar çok yere gitmeye çalıştık ve bol bol İtalyan mutfağı tattık...

20 Nisan

Uçağımız Milano havaalanına öğlen indi ve ilk işimiz kiralık arabamızı almak oldu. Milano'da bizi yağmur karşıladı bu yüzden Verona'ya gitmekten vaz geçip Como' Gölü’ne doğru yola çıktık. Como Gölü, buzul kökenli bir göl ve 146 km2 alana sahip. Son derece turistik olan bu bölge, Madonna, George Clooney, Versage, Sylvester Stallone gibi ünlülerin evleri sayesinde ününe ün katmış durumda. Yolculuk 1 saat sürdü. Marinanın yanına zor da olsa park ettik. İtalya'da nerelere park edilip nerelere edilmeyeceğini anlamamız tam 1 haftamızı aldı. Çevredekileri izledik ve boş yere park ettik.  2 saatlik ücret ödeyip yemek için bir yer aramaya koyulduk. Yolumuzun üzerindeki Pakistan lokantasından, duruma el koymam sonucu ayrıldık ve az ötede harika bir restaurant bulduk. Stilo Restaurant, gölün tam karşısında, son derece şık bir yer. Trattoria dediğimiz türden pizza, balık, et, makarna pek çok çeşidi bulmak mümkün. Mükemmel bir pizza ile karnımız doyup biraz da ısınınca keyfimiz yerine geldi. Azmi bize bir iyilik yapıp arabayı alıp getirmeyi teklif etti. Biz de telefonunun yurtdışında kullanılmadığını unutup bu teklife balıklama atladık. Sonuç: yollar umduğu gibi çıkmayıp restaurantın yeri ters kalınca bizi 1 saat kadar bekletti. Meraktan öldük. Donduk ve çok ıslandık. Bir müddet sonra koşarak bize geldiğini görünce içimiz rahatladı. Arabayı bir yere bırakıp bizi bulmaya gelmiş. Ekip tamamlanınca kalacağımız yere yola çıktık. Burası Milano’ya 30 km. uzaklıkta bir köy olup Lombardia bölgesinde yer alıyor. Evin sahibi karı koca bizi içtenlikle karşıladı. Çok çok az İngilizce bildikleri için zor bela anlaştık. Üst katta kendileri yaşadığından evin girişini ortak kullandık ancak hiçbir rahatsızlık vermediler. Akşam dinlenerek geçti... Odamızdaki kanatlı mevsim böcekleri hariç her şey harikaydı. 6 ad. böceği kapı dışarı edeceğim diye uykuya dalmakta epey zorlandım.



21 Nisan

Ev sahibi ne kadar aksini savunsa da ( araba ile Milano’ya gitmeyin, park yeri bulamazsınız ve oldukça fazla fiyat ödersiniz.) inat edip araba ile Milano’ya gittik ve Duomo’ya çok yakın bir noktadaki kapalı yer altı otoparkına park ettik. (14 euro/ 4 saat) .Cappuccino ve kruvasan ile günümüze başladık. İtalya'da cafelerde bilinmesi gereken bir gerçek var ki eğer oturarak yerseniz daha fazla para ödersiniz. Bu yüzden genelde kasadan ürünler alınıp ayak üstü yeniyor veya take away yapılıyor. 

İlk durak Duomo... Bu ihtişamlı yapı, Milano’nun göz bebeği. Dünyadaki gotik mimari örneklerinin bir numarası yapı, korkunç bir turist çekiyor özellikle de meydanına...

Avrupa’nın 4. en büyük katedrali olan  Duomo Katedrali’nin yapımına Milano Dükü Gian Galeazzo Visconti tarafından 1386 yılında başlanmış. İnşası neredeyse 500 yıl süren katedralin baskın Gotik tarzının yanında  Neoklasik, Neogotik ve Geç Rönesans unsurlar da göze çarpmakta. 440.000 metreküp hacmi ile 11.700 kişi aynı anda içeride oturup ibadet edebiliyor.


Yanındaki Victor Emmanuel alışveriş merkezi, dünyanın en kaliteli markalarını içeren dükkanlarıyla çok elit. La Scala ve ünlü alışveriş caddesi Via Nazionale turunun ardından yine meydana dönüp katedralin tam karşısındaki son derece turistik mekanda yemeğimizi yedik. Tabii ki yine pizza ve makarna – şarap... (Bar Duomo – 4 kişi 118 euro) Bu arada diğer üçü otururken ben gidip Duomo’nun içini gezdim. 8 euro olan bilet, katedralin karşı binasından alınıyor. İçi tam anlamıyla muhteşemdi...





Dondurmacıdan İtalyan usulü dondurmalarımı alıp akşam için sandviç aldık. Milano'da apartman dairelerinin bir özelliği var ; balkonlarda o kadar bitki ve ağaç kullanıyorlar ki adeta binalar yemyeşil görünüyor. Bu binaların içinde de en popüleri Bosco Verticale... İtalyan mimar Stefano Boeri tarafından ortaya atılmış bu proje dünyadaki ilk Dikey Orman konseptinin başlangıcı olmuş. Bu konseptten doğan ilk proje, Milano’nun hızla gelişen Porta Nuova-Isola bölgesinde yer alan 80 ve 112 metrelik iki kule. Kulelerin dış cephelerindeki balkon ve teraslarında oluşturulan toprak alanlarda yaklaşık 900 ağaç, 4 bin 500 çalı ve 15 bin civarında süs bitkisi yer alıyor. Ben binaları çok beğenmedim sanki yürüyen dev bir ağaç yolumu kesmiş hissi ağır bastı doğrusu...



 22 Nisan

Hava iyice güzelleşti. Genova’ya geldik ve otelimizi bulduk. Bize verilen avlu manzaralı odaların değişimini talep edince harika deniz manzaralı odalarımız oldu. Gezmek ve görmek söz konusu olmasa tüm günü odada geçirebilirdik bence. Günlerden Cumartesi olunca cazibe merkezi olan marinanın otoparkına girebilmek için tam bir saat bekledik. Ara sokaklara dalıp Düşeş meydanında keyifli bir kahve molası verdik. Alışveriş caddesinde uzun bir yürüyüşün ardından Ferrari meydanında şarap molası verdik. 30 euroya bir şişe şarap eşliğinde bize kanepeler, peynirler ve şarküteri ürünleri dolu tabaklar getirdiler... Bu keyifli anların sonrasında Cristoph Colomb’un evini gezdik. Marinaya giderken aldığımız dev dondurmaların ardından otele dönüp dinlenmeye çekildik. Akşam otelde ben apparel spritz içerken  Ali özel yapım makarnanın keyfini çıkardı.

Cenova'lı ünlü kaşifChristopher Colombus'un evi.Dante Meydanında.Ferrari Meydanından yürüyerek en fazla 10 dakikada ulaşıyorsunuz.Ev şu anda müze olarak kullanılıyor,giriş 3 Euro.Burası Colombus'un doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği ev. Bu mini evde zamanın mimarisinden izler bulmak mümkün..


 

23 Nisan

Genova’dan Portofino’ya doğru yola çıktık. Arabamızı Portofino yolunda geri çevirdiler. Çok kalabalık olduğundan otoparklarda yer yokmuş ve eğer gitmek istiyorsak ya denizden tekne ile ya da karadan otobüs ile gitmemiz gerekiyormuş. Santa Margherita Ligure'ye geri dönüp park yeri aradık epeyce... Günlerden Pazar ve İtalyanların kurtuluş bayramları da olunca inanın 1 saat yine park yeri bekledik. Bu kadar yol gelmişiz Portofino’ya gitmekten asla vaz geçemezdik. Otobüs bileti almakta epeyce zorlandık. Tamam biz turistiz dil sorunumuz var ama inanın  İtalyanlar bile zorlandı. 5 euromuzun tuhaf bir yere sıkışmasına üzülüp kendimizi otobüse attık. Portofino, çok turistik bir yer. Çok da pahalı. Ortada geceki şenlik ateşi için bir hazırlık vardı. Buraya dek gelmeyi başarmışken 60 euroya bir şişe şarap açtırıp Portofino’nun hakkını verdik. (dikkat ederseniz Genoa’nın tam iki katı). Arabamızın olduğu yere yine otobüsle dönüp dondurmalarımızı yedikten sonra La Spezia’ya yola çıktık. Fezzano bölgesindeki kaldığımız ev, 600 senelik ve çok otantik. Evin içinden geçen kütüğe, kepenklerine ve içinde bulunduğu tepenin manzarasıyla beraber mimari dokusuna hayran olmamak elde değil. Ev sahibinin dediğine göre Simonetta Vespucci'nin yaşadığı düşünülen bir evmiş yani Botticelli'nin meşhur Venüs'ün Doğuşu tablosuna ilham olan kişi... Bakın wikipedia ne diyor: Bazı uzmanlara göre bu tablo, Giuliano di Piero de' Medici'nin Simonetta Vespucci'ye olan aşkının anısına çizilmiştir.[2] Vespucci, deniz kenarında yer alan ve o bölgedeki inanışa göre Venüs'ün doğduğu yer olan Portovenere adındaki bir kasabada yaşıyordu. Botticelli de aslında eskiden, de' Medici'nin metresi olan Vespucci'ye aşıktı. Hatta genel inanışa göre Vespucci, bu resim ve İlkbahar da dahil olmak üzere, ressamın birçok resmindeki kadın figürleri için modellik yapmıştı.



Basamaklarla aşağıdaki marinaya inmek mümkünmüş ancak 200 basamağı duyunca denemeye dahi yanaşmadık.  Arabayı park etmek çok sıkıntılı bu bölgede... Sarı çizgiler çevre sakinleri için ayrılmış, beyazlar bedava ancak bulunması çok zor, maviler ise paralı ve ödeme fişinin arabanın camına mutlaka konması gerekiyor yoksa %100 ceza yiyorsunuz.

Akşam Porto Venere’ye gidip yemek yedik. Deniz mahsüllü paella, 20 euro idi ancak gecenin ve tüm İtalya seyahatinin yıldız yemeğiydi diyebilirim. 15 dak. Uzaklıktaki bu bölge şirin bir denizci kasabası. Soft tonlardaki binalar ise inanılmaz bir uyum sergiliyor.

 


24 Nisan

Sabah 7:30 kalkıp La Sapezia tren istasyonuna park ettik. Cinque Terre ‘ye kalkan tren 8:30 da sefere başlıyor. Biletler, adam başı 18,20 olup 70 yaş üstüne 14 euro. Şunu söylemek lazım İtalya’da trene elinizi kolunuzu sallayarak binebilirsiniz kimse sormuyor ama eminim ki herhangi bir sorguda eğer biletiniz yoksa inanılmaz cezalar ödüyorsunuz. 5 kasabadan oluşan bölge, özellikle de yaz aylarında korkunç bir cazibe merkezi.

Rio Mangiore ilk durak. Tren inanılmaz kalabalık. Burası çok engebeli bir köy. Tırmanmak epey zorlu. Gerçi tırmandıktan sonra bir asansör olduğunu keşfetmemiz de kötü bir sürpriz oldu. Kilise meydanındaki kafede fırından yeni çıkmış kruvasanlar harika ötesiydi.

Tekrar trene binip en son köye gittik. Monte Rosso... Burada mevsim yeni yeni başlasa da denize girenler epey fazlaydı. Öğle yemeğimizi yine pizzadan yana kullanıp trenle bir önceki Vernazza istasyonuna geldik. Trenler tatil dolayısı ile çok kalabalık olduğundan ikinci trene binebildik ve inince istasyondan kıyıya inmek için bile epey çaba sarf etmemiz gerekti. Yemek için bu köy daha güzelmiş ve çok daha renkliymiş. Harika bir dondurma alıp manzaranın tadını çıkardık. Aramızda yaptığımız oylama sonucunda  sona kalan iki köye de gitmeye karar verdik ancak kalabalıkta trene binmek için bir saat sarf edince hazır oturmuşken La Spezia’ya geri dönmeye karar verdik. Akşam Porto Venere’de harika bir kıyı restaurantında yemek yedik.

wikipedia der ki: talyan Rivierası'nın engebeli sahillerden oluşmuş bir bölgesidir. La Spezia şehrinin batısında, Ligurya bölgesinde yer alır. Cinque Terre "Beş Toprak" demektir ve şu köylerden oluşur: Monterosso al MareVernazzaCornigliaManarola, ve Riomaggiore. Köyler, sahilleri ve bu köyleri çevreleyen tepelikler Cinque Terre Ulusal Parkı'nın içinde yer alır ve bu bölge UNESCO Dünya Mirasları listesinde yer alır.

Yüzyıllar boyunca burada yaşayan insanlar denize bakan bu sert yamaçlarda teraslama yaparak tarım yapmışlardır. Çekiciliğinin bir kısmı da bu bölgede gelişimin sınırlı olmasıdır. Bu bölgenin büyük kısmına yürüme patikaları, tren ve botlarla erişilir. Cinque Terre çok popüler bir turistik bölgedir.

 

25 Nisan

Floransa’ya doğru yola çıktık. Yol üzerinde geçtiğimiz kasabalar tamamen yaz turizmine yönelik. Lerici’de kruvasan ve çay molası verdik. Bir önceki günden kalan park biletimizin süresi dolmadığından camımıza onu koyduk. Ancak gelince park cezası sürprizi ile karşılaştık 29,40 euro park bileti almama cezası... Şaka gibi... Viareggio’dan geçtik.

20 yıl aradan sonra tekrar Pisa'dayız. Burası hepimizin bildiği eğik çan kulesiyle çok çok çok meşhur bir yer. Mucizeler meydanındaki katedrale ait olan bu kulenin inşaatına, 1173 yılında Pisano tarafından başlanmış ancak üçüncü kata gelindiğinde, nehir yatağındaki alüvyonlardan ötürü kayma saptanmış ve yapımına 90 yıl ara verilmiş. Daha sonra, kulenin merkezi değiştirilerek sekiz kat olarak inşası tamamlanmış. Eğim artmaya devam etmiş ve 1999 yılındaki restorasyon çalışmalarıyla 200 sene öncesine geriletilmiş. Halen artan eğimin hızı, 100 yılda 7 cm. olarak ön görülüyor. Şu an için kulenin alt ve üst noktaları arasında 3,96 metrelik eğim var. 


Yolda feci yağmur başladı. Kaldığımız yer Floransa’nın yarım saat dışında olduğu için direkt Floransa’ya gidip istasyona park edip Duomo’ya yürüdük. Yolda 5 euroluk uyduruk şemsiyelerimizi aldık (iyi ki almışız son güne kadar kullanmamız gerekti) . Duomo’nun içini görmek için sıraya girecekken en sonuncu olan bizi almadılar ve yarın gelin bu günlük bu kadar dediler. (zaten 20 sene önce görmüştüm...) Burada en önemli bina bence vaftishane. İncilden sahneleri barındıran ve Michelangelo tarafından "cennetin kapıları" olarak adlandırılan devasa bronz kapıları, Dante ve Medici ailesi bireylerinin vaftiz edildiği bina olması ve eşsiz tavan mozaikleri ile gerçekten de oldukça ilgi çekici bir yapı...


 Signorioa meydanına yürüdük. Piazza Della Signoria: tarih boyunca Floransa’daki sosyal ve politik yaşamın merkezi olmuş, Vecchio Sarayı, Michelangelo'nun Davud heykelinin replikası, Bardinelli'nin Herkül heykeli, Medusa’nın kesik başını taşıyan meşhur mitolojik kahraman Perseus heykeli gibi dünyaca ünlü sanat eserlerini içinde barındıran bir açık hava müzesi haline gelmiş. 

David’i görüp sarayın içini dolaşıp Ponte Vecchio'ya doğru bir gezi yaptıktan sonra meydanda keyifli bir yemek yedik. Bu köprü, şehrin cazibe merkezlerinden biri.  Arno Nehri üzerinde yer alan Ponte Vecchio (eski köprü) 14. yy. da tamamlanmış ve üzerinde çok sayıda kuyumcu dükkanı bulunmakta. II. Dünya savaşı sırasında bombalanmadan kalan tek köprü bu olmuş.


26 Nisan

Sabah arabamızı yine tren istasyonuna bıraktık. Kahvemizi içip Dante’nin taşını aramaya çıktım. Yakın çevrem bilir seyahatlerde böyle tuhaf şeylerin peşinde koştuğumu. Pek çok turist ve hatta Floransalının bile varlığını bilmediği bu taş, Dante’nin oturup eserlerini yazdığı, dinlendiği, halkla sohbetlerini yaptığı ve Duomo’nun inşaatını seyrettiği bir alanmış. Taşı ararken Santa Margherita de’ Cerchi kilisesine ulaştık. 11. yüzyıldan kalma kilise, Dante'nin en büyük aşkı Beatrice ile ilk kez karşılaştığı mekan olup edebiyata konu olmuş. (Bu arada günün ilerleyen saatlerinde taşı da buldum.)


Aslında Floransa'yı gezimizin içine katma sebebimiz Uffuzi’ Müzesi'ni tekrar ziyaret etmekti. İnternet biletleri bittiği için sıraya girdik ve 1 saat sonra biletimizi alıp içeri girebildik. Dünyanın en ünlü sanat müzelerinden birisi olan Galleria degli Uffizi, 1581 yılında Floransa’nın ilk Büyük Dükü Cosimo de’ Medici tarafından kurulmuş, Medici ailesi özellikle Rönesans zamanının sanatçılarına kol kanat germiş, çatısı altında toplamış; 1737yılında ailenin son üyesi Anna Maria Luisa tarafından kamuya bağışlamış. U şeklinde planıyla iki kattan oluşan müzede 101  salon bulunuyor ve eserler kronolojik olarak sergileniyor. Bir nevi sanat tarihini buranın koridorlarında takip etmek mümkün diyebiliriz.

Uffizi'de mutlaka görmeniz gereken eserlerin başında Botticelli'ye ait Venüs'ün Doğuşu ve İlkbahar(Primavera) tabloları, Leonardo da Vinci'ye ait Beşaret-Müjde (Annunciation), Angelico'nun Meryem Ana'nın Taç Giyme Töreni tablosu, Parmigianino'nun Uzun Boyunlu Meryem eseri, Raphael'e ait Papa Leo X'in İki Kardinalli Portresi, Michelangelo'nun Doni Tondo'su, Titian'ın Urbino Venüsü, Piero Della Francesca'nın Urbino Dükü ve Düşesi Tablosu ve Ermafrodito heykeli ve Medici Venüs heykeli geliyor.

Çok çok çok güzel bir müze. Venüs’ün doğuşunu yeniden görmek harika oldu. 14:30 gibi buluşup yine meydanda, yine aynı yerde yedik. Alışveriş gezisi yaptık ve Dante’nin taşını buldum. Sonrası ev ve dinlenme...


27 Nisan

Floransa ile başlayan Toscana seyahatimiz daha güneye inerek devam ediyor. Toscana,  Floransa ve Sienna arasındaki 65 kilometre boyunca sağlı sollu yer alan Chianti bölgesi, Sienna’nın güney doğusunda 45 dakika ilerledikten sonra Val d’Orcia yöresi ve  Grosetto’nun güney ve kuzeyinde sahile kadar uzanan Bolgheri yöresi olmak üzere üç kısımdan oluşuyor. Her bölgenin de kendine mimari yapısı ve şarapları dikkat çekiyor. Yemyeşil tepeler, sıra sıra şarap bağları ve zeytinlikler, ülkemizde mezarlık ağacı olarak kullanılan çok dekoratif servi ağacı ile süslenen yollar,  adeta Ortaçağ'ı yaşatan köyler, bitmez tükenmez yeşilin tonları ile vadiler... İtalyanın başyapıtı kırmızı şaraplar Toscana’dan çıkıyor. İlk akla gelen kolay içimli Chianti ve Chianti Classisco şarapları, daha sonra Sienna’nın güneyinde bulunan Val d’Orcia yöresinin Brunello di Montalcino ve Nobile de Montepulciano şarapları, en son olarak da meşhur Bolgheri bölgesinin ‘Super Tuscan’ şarapları. İnanılmaz şaraplar içtik... Şu an adını sayamayacağım kadar çok çeşit şarabı tattık ve inanın 3 euroluk şarap bile tatmaya değerdi...

San Giminano

San Gimignano ilk durak. M.Ö.3.yy la dayanan tarihi ile ve şehre yaklaşırken dahi göze çarpan taş kuleleri ile adeta bir Ortaçağ film setindeyiz. bir tane mi fiyasko bina olur; bir tane mi oransız pencere, duvar olur; bir tane mi kötü malzeme olur; gerçekten yok... Bu kusursuzluk insanı adeta kıskandırıyor. Bu arada tüm Toscana gezimiz boyunca, o dar dağ yollarında arabamızın lastiği bir kere bile çukura ya da taşa denk gelmedi... San Gimignano'nun kuleleri 1199-1348 yılları arasında, kasabanın varlıklı aileleri tarafından, refah ve zenginliklerinin sembolü olarak dikilmişler. Bir zamanlar 72 tane olan bu prestij amaçlı kulelerin 14’ü hâlâ ayakta. Erken gittiğimiz için çok rahat park yeri bulduk. Daha dükkanlar bile yeni açılırken kasabaya girdik. Dondurmacı Dondili çok meşhurmuş. Hatta çiçekli olan çok revaçtaymış tabii ki tattım. Kasabanın meydanında kahvemizi içip alış veriş ve pazar yerlerinde oyalandıktan sonra yarım saat ötedeki Monteriggioni kasabasına gittik. Burası kale içindeki yerleşimiyle butik otel, lokantaları ve dükkanlarıyla çok lüks bir kasaba... Bu kasabanın Dante’nin ‘İlahi Komedyasına’ ilham verdiği bilinmekte...

Monteriggioni


Monteriggioni'de gerçek bir ortaçağ havası solumak mümkün... 1200'lerin başında Sienalılar tarafından düşman Floransa'ya karşı aşırı bir sınır siperi olarak inşa edilmiş ve yüzyıllar boyunca Siena Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını garanti etmeyi başarmış. Kale duvarlarının içindeki köy bugüne kadar dokusunu kaybetmemiş. Her yıl 90.000 kişi tarafından ziyaret edilen bu eşsiz köyün içi pahalı kafe , restaurant, otel ve mağazalar ile dolmuş. Bu arada kale duvarlarına çıkıp dolaşmak da mümkün. Dante, İlahi Komedya'da (Cehennem, canto XXXI, 40-45 ) bölümünde Monteriggioni kalesinden ve kulelerinden bahseder. Toscana'nın Ortaçağ ruhunu tadabilmek için en ideal yerlerden biri olan köyde çok fazla oyalanmasak da oldukça etkilenerek dolaştık.


Sienna

Sienna’ya seneler evvel gidip bayılmıştık. Bu kez çok ters bir yere park ettiğimizden şehre girmek için epey yol yürümek zorunda kaldık. Meydana geldik ve yemek yedik. Çok pahalıydı. San Gimignano’dan sonra Sienna büyüsünü kaybetti gözümde... Sienna'da direkt olarak meşhur meydanı Piazza del Campo'ya yöneldik. Piazza del Campo, İtalya'nın en güzel ortaçağ meydanlarından biri olup geçmişte bu meydan, pazar yeri ve tüm Sienna etkinliklerinin, siyasi toplantıların veya toplantıların merkezi olmuş. Yılda iki kez burada Palio di Siena adlı bir at yarışı yapılmakta. Planına bakıldığında, bu meydan, birçok farklı zaman dilimine bölünmüş bir saat gibi görünüyor ve merkezinde uzun bir kule var. Torre del Mangia adı verilen bu kulenin bulunduğu kırmızı tuğlalı bina ise belediye binası... Sienna'daki yemek molamızın ardından kalacağımız yer olan Pienza'ya doğru yola çıktık.

Dağ yollarından, yeşillikler içinden Pienza’ya geldik. Ev sahibinin anne ve babası bizi karşıladılar ve hiç ingilizce bilmemelerine rağmen çat pat anlaştık... sağolasın google translate... Sanatçı bir aileye ait olan evde çok değişik objeler var. Kasabada bir tur atıp seyir terasına gittik sonrası market alışverişi ve evde yemek... Oldukça yorucu bir gündü...

Pienza, Val d'orcia bölgesinde yer almakta. Kasabanın adı, burada doğmuş olan Papa Pius'tan geliyor. Papa, mükemmel bir Rönesans kasabası yaratması için mimar Bernardo Rossellino'yu tutmuş. 1459'da inşaat başlamış ve gerçekten ortaya mükemmel bir iş çıkmış. Unesco, Rossellino'nun ilk kentsel tasarım ilkelerini korumak isteyerek Pienza'nın tarihi merkezini dünya mirası alanı kabul etmiş. 

Pienza


28 Nisan

Bugün civardaki dağ köylerini ziyaret ediyoruz. Şarapları ile ünlü olan Val d'orcia bölgesinde ilk durağımız Montepulciano oldu. Şehrin meydanında gezip seyir noktasına kadar yürüdük. Dar yolları, taş binaları ve terracotta çatıları ile yine bir ortaçağ kasabasındayız. Daha öğlen olmadan manzara eşliğinde kırmızı şaraplarımızı yudumlamak inanılmaz keyifliydi.

Montepulciano

Asciano kasabası, öğle yemeği durağımız... Burası, diğer kasabaların içinde park yeri en kolay olanı. "2 saate geliyoruz" yazıp arabanın camına koyup gidebiliyorsunuz ve hiçbir ücret ödemiyorsunuz. Asciano çok sakin bir kasaba. Yemek tercihimiz yine pizzadan yana olurken spesiyalleri olan biralı tiramisuyu da tatmadan duramadık... Yolumuzu Monte Oliveto Maggiore Manastırı'na çevirdik ancak bu sakin yerde hiçbirimiz inip gezmek istemedi. Bu gün için son durağımız şarap üretim ve tadım kasabası olan Montalcino oldu. 567 metre yüksekliğindeki bir tepenin üzerinde yer alan bu küçük kasaba, Toskana'daki mutlak İtalyan şarabı olarak kabul edilen ünlü kırmızı şarabı Brunello di Montalcino ile dünyaca ünlü... Bu yakut rengindeki şarap, en katı DOCG kurallarına göre üretilmekte ve yalnızca  Sangiovese Grosso üzümünden yapılmakta. Şarap meşe fıçılarda en az 2 yıl ardından şişede en az 4 ay yıllandırılıyor. Şarap tadımına katılmadık. Sadece dolaştık ve dünyaya şarap üreten ve dağıtan bu kasabadan resmen büyülendik. 

Montalcino

Toscana o kadar güzel manzaralar veriyor ki ben şöyle bir laf ürettim:

“hiçbir ağaç dahi yanlış yerde değil.” Bizim mezarlık ağacı olarak bildiğimiz ürkütücü servi ağaçları, tüm yol kenarlarında, köyleri, malikaneleri vurgulamakla kalmıyor romantik Toscana manzarasının temelini oluşturuyor. 

Yolda Gladyatörün çekildiği yeri de ziyaret edip Toscana'da görülecek çok az yer bırakmanın rahatlığıyla evimize dönüp yemeğimizi evimizde yedik...



29 Nisan

Sabah önce Roma’daki evimize geldik ve eşyalarımızı bıraktık. Ev Lazio bölgesinde. Sonra havaalanına arabayı teslim ettik . 10 euro tren bileti alıp Roma terminale geldik. 3 günlük bilet, gazete bayisinden alınıyor. Adam başı 18 euro.

Roma'ya en son 2003 yılında gelmişim. Tam 20 sene sonra tekrar gelmek gerçekten ilginç oldu. Aslında amacım daha önce göremediğim Collesium'a mutlaka bu sefer girmek. Arkadaşlarımızın ilk Roma seyahati Ali'nin ise sanırım dördüncü...

Metro ile Popola meydanına geldik. Öğlen yemeğini ara sokakta şirin bir Pizzacıda yedik. Bu seyahatimizde genellikle ev kiraladığımız için öğlen yemeklerini dışarda yerken akşam basit atıştırmalıklarda evde yemeği tercih ediyoruz. 

Via Corsa alışveriş caddesinden geçerek çok uzun yürüdük ve Victor Emmanuel anıtına ulaştık (gerçi o yorgunlukla biz Panteona geldik sanmıştık) ... Yine yağmur başladı... Yürüyerek Trevi çeşmesine geldik... Buraya bir kez para atınca bir daha geliniyormuş. 2003 yılında epey para atmışım herhalde... O denli kalabalıktı ki bozuk para atmak bile zor... Bakalım tekrar ne zaman geleceğim...

 Ara sokakta kahvemizi içip dondurma aldık ve İspanyol medivenlerine yürüdük. Bando vardı ve feci ötesi kalabalıktı. Artık merdivene oturmak da yasaklanmış yemek yemek de... Yorgun argın eve döndük. Evin yeri, alışveriş imkanı açısından harika...Çok büyük marketler var...

30 Nisan

Evin önünden otobüsle direkt Circus Maximus’a gittik. Metro ile Collesium’a geldik. Bu kez buraya gimeyi kafaya koyduk ancak hiç online bilet kalmamış en yakın 3 gün sonraya veriyorlar ve fiyatı 35 euro... çok direnmemize rağmen kapı önündeki karaborsa biletlerden aldık. Adam başı 50 euro ve rehber eşliğinde Collesium’u gezdik. Gerçekten harikaydı ve verdiğimiz paraya değdi.



1 Mayıs

Tren istasyonundaki gazeteciden yarın için havaalanı tren biletimizi aldık. Adam başı 8 euro...

Gelmeden ev sahibine sormuştum 1 Mayıs Vatikan açık mı diye açık demişti ama kapalıymış maalesef. Önce bir kahve içtik sonra inanılmaz bir kuyruğa girdik. Sadece Sen Pietro görülebiliyormuş. Tabii ki yağmur da başladı. Sıramız 1 saat sonra geldi. Piete’yi yeniden görmek, Boticelli’nin iskeletli kapısı çok heyecan vericiydi.



Ayaklarımızdaki son dermanla İspanyol merdivenlerine gittik. Sonca dence bir de Panteon'a girmek amacındaydım. Seyahatlerde bazı konularda tutturuk olabiliyorum maalesef. Yine kalabalık. Yarım saatlik yürüyüşün ardından Pantheon’a ulaştık. O denli çok kuyruk vardı ki içeri giremedim maalesef. Bakalım Trevi çeşmesine attığım bozukluk işlevini görür de belki yine yolumuz Roma'ya düşerse bu kez Panteon'u ilk sıraya alma niyetindeyim. Roma'da sadece gittiğimiz yerleri yazdım. Çünkü bir sürü kaynakta buraları hakkında ansiklopedik bilgilere ulaşabilirsiniz. Bu arada bence en güzel kaynakçalar filmler ve kitaplar... Roma Tatili(1953), Melekler ve Şeytanlar(2009), Roma'ya Sevgilerle(2012), Muhteşem Güzellik(2013), Bisiklet Hırsızları (1948), Roma(1972), La Dolce Vita(1960), Gladyatör (2000) ve daha niceleri beni tekrar tekrar Roma sokaklarına götürür... Bu kez epey uzun bir günce oldu ve açıkçası kalbim İtalya'da kaldı... Tekrar görüşmek üzere...


2 Mayıs

Eve dönüş

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder