Şimdiye kadar izlediğim dünyaya uzaylıların ziyareti ile ilgili
filmler muhakkak, gerilim, aksiyon yüklü olup bir avuç dünyalının onları
yok etmesi veya evlerine göndermesi ile sonuçlanırdı. "Arrival" da da uzaylılar dünyanın 12 ayrı noktasına
12 ayrı uzay gemisi ile inerler ancak bu sefer dünyadaki bilim adamları onların
neden geldiklerini öğrenmeye çalışarak oldukça insancıl yaklaşımlar
sergiliyorlar. Bu filmde her iki taraf da geliştirdikleri bir ortak dil
aracılığıyla iletişime geçiyorlar. Bu iletişimde dil bilimci profesör Louise
Banks (Amy Adams) ve fizikçi Ian (Jeremy Renner)’in önemi büyük.
Filmin başlangıcında, Louise’in kızıyla yaşadığı trajik olaya
tanık oluruz. Kızını çok küçük yaşta kanserden kaybeden Louise, acısını daima
içinde yaşarken flashbackler olarak düşündüğümüz sahneler aracılığıyla aslında
henüz yaşanmamış bir geleceği görmekte olduğunu anlarız. Uzaylılarla iletişime
geçerken edindiği “ileriyi görme” yeteneği ile gelecekten hiç de iyi olmayan
haberler alırken gelecekte ne denli üzüleceğini bilse de yaşanacakları
deneyimlemeyi göze alır. Bu durum ilerde onun yapayalnız kalmasına neden olsa
da…
Filmde uzaylılar oldukça çirkin tasvirlenmiş. 7
bacaklı ahtapota veya mürekkep balığına benzeyen yaratıklar ve yer çekimine
meydan okuyup havada asılı duran mezar taşı şeklinde uzay gemileri, filme
fantastik bir gerilim yüklüyor. (Uzaylılar illa böyle ürkütücü mü olmak zorunda?)
Film, Ted Chiang’ın “Story of Your Life” isimli kısa hikayesinden
senaryolaştırılmış. Arrival, oldukça özel bir film. Ve size bir soru soruyor: "hayatınızın nasıl olacağını bilseydiniz yine de
hiçbir şeyi değiştirmeden yaşamaya devam eder miydiniz?" Ve bu soruyla da
düz bir bilim-kurgu filmi olmayıp felsefi bir derinlik taşıdığını gösteriyor.
Ben Arrival’ı çok beğendim… İzleyiciyi düşünmeye davet eden, başarılı bir
kurgusu var filmin. La La Land gibi bir film Oscar’ın kuvvetli adayı olmasaydı
benim favorim Arrival olurdu diyebilirim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder