19 Aralık 2018

GUATEMALA-HONDURAS GÜNLERİ

Guatemala City'e indiğimizde çıkış kapısında yerel rehber bizi karşıladı. Rehberimizin adı Ruben ve 70 küsür yaşında, gerçek Maya bir Guatemalı... Guatemala'da nüfusun % 43'ü Maya ve bu da yaklaşık 4 milyon kişi demek... Eğitim seviyesinin çok düşük olduğu ve küçük yaştan çalışmaya başlamanın adet olduğu ülkede sadece 3 ad. Maya kökenli rehber varmış ve bunlardan biri de Ruben'miş...

Bizi oldukça içten karşılayan Ruben'le hemen anlaştık... Yerel tur firması hepimize şans bileklikleri ve worry bebek (endişe bebeği) hazırlamış hediye olarak... Otobüsümüz de Meksika'dakinden kat be kat konforluydu. Sabahki stresin ardından bu güzel karşılama hepimizin gerginliğini aldı. Bir de 26 kişi gezmek yerine 12 kişi gezmek tabii ki daha kolay oluyor. Hem çabuk toplanıyorsunuz, hem daha az kişinin keyfini bekliyorsunuz, hem de rehberi daha iyi duyup dinleyebiliyorsunuz.




Guatemala City'de bulunduğumuz tarihlerde bir Latin Amerika zirvesi olduğundan her yer eli kalaşnikoflu asker ve polis kaynıyordu. Ülke zaten güvenilir değil bir de üzerine bu görüntüler bizi epey ürküttü... Ülkemizin gözünü sevelim.

Ruben'in ilk işi bizi antropoloji müzesine götürmek oldu. Tam üç saat süren gezimizde gayet detaylı olarak Maya kültürü parçalarını inceledik. 








Müze gezimizin ardından otobüsümüze binip 2200 m. yüksekliğindeki Chichicastenango kasabasına doğru yola çıktık. Yolların çok virajlı olduğunu gelmeden önce bir kitapta okumuştum; bu yüzden tüm seyahatlerde mide bulantısı bileziklerimi takmayı ihmal etmedim. Yolculuk, hoplaya zıplalaya tam 3 saat sürdü ve bu süre zarfında hava da zifiri karanlık oldu. Bu durum hepimizi az da olsa gerdi... Güvenliğin son derece zayıf olduğu bir ülkedeyiz ve 12 kişilik turist kafilesi Guatemala'da katledildi gibi haber başlıkları aklıma gelmedi desem yalan olur. Yollardaki köyler o denli zifiri karanlıktı ki sanki kimse yaşamıyor gibiydi... Bazen ölü gibi sokak lambalarının altında siluetler görünüyordu gözümüze hayal meyal... Meğerse elektrik çok pahalı geldiği için fakir halk güneş doğarken uyanıp batarken uyumayı adet edinmiş... Bu arada yol boyunca gördüğüm süslü otobüslere bayıldım. Amerikalılar eski okul otobüslerini Guatemala'ya satıyormuş onlar da bunları kendilerince boyayıp süslüyorlarmış.




Akşam sekiz gibi kasabaya geldik ve İspanyol kolonyal mimarisi tarzı otelimize yerleştik. Her tarafta antika ve geleneksel eşyaların olduğu, çiçeklerle dolu bu otel hepimize çölde vaha gibi geldi... Hava oldukça soğuktu ve otelde ısıtma yoktu. Ama bizim odamızda bir şömine (gerçi yanmıyordu) ve 3 metre genişliğinde çift kişilik bir yatak vardı. Yatağın üzerinde ise gerçek yünden battaniyeler... Otelde bize mükemmel gelen bir yemek yedik. Guatemala'ya gelmişken öğünlerde tavuk yemeği tercih ettik. Çünkü gerçek köy tavuğunun cennetindeydik.






Yemeğin üzerine odamıza geçip worry bebeklerin şifasını deneyip yattık. Geceyarısı sıcak suyu kestiler, ışıkları da sigortadan kapattılar... Meğerse şömine üstündeki mum ve kibrit süs için konmamış... Bu arada worry bebeklerden bahsetmenin sırası geldi: 
Guatemala kültüründe, minik, kağıttan ve kumaştan yapılan bu bebeklere gece yatarken endişenizi söyleyip yastığın altına koyup uyuyorsunuz ve sabah kalktığınızda bebeği alıp okşayıp tekrar torbasına koyuyorsunuz ve bir bakıyorsunuz endişeleriniz geçmiş. Ne tılsımlı bir buluş değil mi? Bizde de "derdini söylemeyen dermen bulamaz" diye bir laf vardır. İçimizdekileri bir yere kusalım ki stresimizi atalım değil mi? Bence Guatemala'lılar psikolojik huzurun sırrını çözmüşler... Ben bu bebeklere bayıldım ve hediye olarak çok yakınlarıma almak için epey aradım...

***
Gezimizin 6. günü, Chichicastenango'da saat 7:00'de başladı... Güzel omletli bir kahvaltının ardından Maya mezarlığı ve buranın en ünlü pazarı bizi bekliyor. Bu geleneksel el işleri pazarı, perşembe ve pazar olmak üzere haftanın iki günü kuruluyor. Turumuz da bizi düşünüp programı perşembe gününe ayarlamış.

Chichicastenango, yüzde yüz bir Maya kasabası. Mayalar, geleneklerine son derece bağlı, renkli ve milli giysileri içinde dolaşan, ufak tefek, kara kuru, pigme tipli bir halk. Maya Mezarlığı da dünyada görülebilecek en ilginç mezarlıkların başında geliyor. Mezarlar rengarenk ve adeta mini evleri andırıyorlar. Ruben'in Maya olması sayesinde bu kültür hakkında haddinden fazla bilgi sahibi olduk ve mezarlıkta neredeyse bir saat geçirdik. Bu arada bir Maya ayinine denk geldik ancak Ruben'in ricası ile film ve fotoğraf çekemedik. Burada kan ve bir takım bitkiler yakarken dualar ve ilahiler mırıldanıyorlardı. Ruben bahsetmedi ama okuduğum bir kitapta yaktıklarının ölülerin kemikleri olduğu yazıyordu. Gömüldükten on sene sonra, ailenin diğer bireylerine yer açmak için kemikler çıkarılıp yakılıyormuş...





Bu kadar uhrevi hava yeter, biraz da yaşamaya devam deyip kendimizi pazara attık. Sadece bir buçuk saat vaktimiz olması bu pazar için epey azdı... Herşeye yeteri kadar odaklanacak vakit bulamadık. Her yerde el işleri, çanak çömlekler, bitkiler, meyvalar, bluzlar, canlı tavuklar, hindiler... bu inanılmaz renk curcunasında beni bıraksanız tüm günümü geçirirdim. Bir kere İstanbul'da hiç alışkın olmadığım pazarlık işine burada muhakkak girmek gerekiyor. Çünkü istediğiniz ürünü ilk söylenen fiyatın neredeyse yarısına alıyorsunuz. Bu arada sizin alıcı turist olduğunuzu anlıyorlar ve bir sürü seyyar satıcı peşinize takılıyor. Vallahi pazarlıktan yorgun düştük... Gezinin bitiminde anladık ki bu pazar gerçekten her şeyin gözü kapalı ucuza alınacağı tek yermiş. Keşke daha uzun kalabilseydik...









Chichicastenango'dan yola çıkıp yaklaşık bir buçuk saat sonra Atitlan Gölü kenarındaki otelimize geldik. Burada kalacağımız kasabanın adı Pananjahel... Göl, San Pedro, Toliman ve Atitlan yanardağları eteğinde ve yanardağlar devamlı tütme halinde (biz oradan ayrıldıktan iki gün sonra bir tanesi lav püskürtmüş ve civar köyler boşaltılmış). Atitlan Gölü, 85.000 yıl önce oluşmuş ve şekli Mayalarca kutsal sayılan fareye benziyormuş. 


Biz de burada bir tekneye binip hoplaya zıplaya karşı kıyıdaki yerel bir restauranta öğlen yemeği için gittik. Sonra tekrar teknemize binip yine başka bir kasabada yerel dokumalar ve renklerle ilgili bilgi aldık Hatta Ali üşenmeyip pamuktan yün eğirmeyi dahi denedi... Yerel bir cafede kahve keyfi yapıp oldukça rahatsız teknemizde hoplaya zıplaya otele döndük. Bu yolculuk yaklaşık bir saat sürdü ve bel fıtığı, boyun fıtığı hepsini yerinden hortlattı.






Otele dönüp az bir dinlendikten sonra alışveriş için Pananjachel sokaklarına attık kendimizi... Bu uzun turların en kötü kısmı alışverişe ayrılan vaktin kısıtlı olması. O yüzden imkanları değerlendirmek lazım... Akşam yemeğimizi otelde yedik ve dinlenmek için kendimizi odaya attık... 

***

Turumuzun 7. gününe uyandık. Turun geri kalan kısmı gece otele ulaşmış. Ne kadar birbirimizi çok tanımasak da eski dostları görmüş kadar sevindik; ne de olsa kader birliğimiz var.

Bugün öncelikle kahve plantasyonuna katılacağız. Bildiğiniz gibi Guatemala, dünyadaki en ünlü kahve üretilen ülkelerin başında geliyor. 2,5 saat uzaklıktaki Antigua'ya gideceğiz. 

Kahve plantasyonunda kahvenin boy boy bitkisini, hangi tohumun toplanıp hangisinin sonraya bırakılacağını, kurutma aşamasını, kavrulma ve paketlenmesini izledik ve en iyi kahvenin Arabica olduğunu öğrendik. Çekilmemiş çekirdekler bir yıl süreyle dayandığından bu paketlerden aldık.






Antigua, Guatemala'nın en güzel kolonyal şehirlerinden biri. Tek katlı, rengarenk avlulu evleri, ızgara planlı sokakları Antigua, gerçek bir cennet. Yemeğimizi tipik bir restaurantta yedik ve ardından 
-yaşasın serbest zaman- sokaklarda kaybolduk. Latin zirvesi nedeniyle sokaklar trafiğe de kapalı olunca rahat rahat her yeri dolaştık ve fotoğraf çektik. Bu arada gördüğümüz her ilginç şeyi almaktan da geri kalmadık...







Akşam Guatemala City'e dönüp şehir merkezinde bir otelde kaldık ve yemeğimizi burada yedik. Tüm ısrarlarımıza rağmen Ekin, güvenli olmayacağı gerekçesiyle gece sokağa çıkmamıza izin vermedi ve biz de cezalılar gibi otelde kaldık. 

***

Sekizinci gün ve turu yarılamış bulunuyoruz. Sonradan gelen grup da antropoloji müzesine gidebilsin diye bizi yarı kapalı bir pazar yerine bıraktılar. Alışveriş için güzel vaktimiz oldu ve worry bebeklerden de burada buldum tesadüfen.

Diğerleri de müzeyi gezip gelince panoramik şehir turu yaptık. Bu kez gündüz olmasına rağmen otobüsten inmemiz de yasaktı. Eki bizi epey korkuttu. Yollarda ipsiz sapsız dolaşanların, evsizlerin potansiyel suçlu olduğunu ve bizi bıçaklamaktan çekinmeyeceğini ballandıra ballandıra anlattı. Binalardaki çirkin grafitiler, cam kırıkları, kapılarda bekleyen korumalar, jiletli teller, kafeslerin ardından satış yapan dükkanlar ve önlerindeki tüfekli adamları görünce kendisine hak verdik doğrusu...

Gezimiz bitince Honduras'a doğru yola çıktık. Yemeğimizi yol kenarındaki bir restaurantta yedik ve akşamüstü 6:30 gibi Honduras sınırından geçtik. Geçerken sınır işlemleri için kişi başı 5 dolar vermemiz gerekti. Sınırdan geçince koca otobüs durduruldu... Meğer yol çalışması varmış. Ancak o karanlıkta nedenini anlayana kadar epey huylandık. "Ne demeye geldik ki acaba buralara...Gerillalar yolu çevirmiş mi acaba" diye düşünmedim desem yalan olur. Neyse yol açılınca otele hemen ulaşıp romlu hoşgeldin kokteyllerimizi içince keyfimiz yerine geldi.

Otelimiz, sonsuz görünen bir yağmur ormanının içinde ve çevremizde başka bina yok. Otelde konaklayan Avrupalı ve Amerikalı turistler bize güven veriyor. Açık büfe akşam yemeğinden sonra koşarak odalara çıkıyoruz ki ertesi gün için dinlenebilelim.


***

Honduras'taki ilk ve tek günümüz. Copan antik şehrini gezdikten sonra tekrar Guatemala'ya geçeceğiz.

Copan, eski bir Maya kenti. 1980 yılında Unesco Dünya Mirası Listesine eklenmiş. Sit alanındaki devasa ağaçlar, top alanı, ilginç heykeller ve piramitler oldukça ilgi çekici. Kentin bitimindeki rengarenk papağanlar oldukça dikkat çekici. Heykel müzesi ise oldukça ilginç eserleri içinde barındırıyor. 

Top Alanı

 

Jaguar kafası heykeli

Devasa Ağaç ve ben...









Copan gezimizi bitirip acilen otobüse bindik ve sınırdan Guatemala'ya geçtik. Dört saatlik yolculuğun ardından ülkenin en büyük gölü olan İzabal Gölü'ne ulaştık. Bizi bekleyen iki ayrı küçük tekneye binip gölün üzerindeki bir restaurantta öğle yemeğimizi yedik.





Ardından tekrar teknelere binip Kuşlarla dolu adaları, önlerine tekne bağlanan göl evlerini, nilüferleri, Maya göl kulübelerini, dar geçitleri geçip Rio Dulce diye adlandırılan nehrin sonundaki Karaip Denizi'ne açılan nokta olan Livingstone'a ulaştık. Burası Afrikalı zencilerin yaşadıkları ve geleneklerini sürdürdükleri bir yer. Bize de bir grup güzel bir dans gösterisi yaptı. Ardından sokakları dolaştık ve Karaip Denizi'ni görmeye gittik ancak hava zifiri karanlık olduğundan hiçbir keyif alamadık ve hiçbir yer göremedik. Bir de tekrar tekneye binip otele döneceğimizi öğrenince hepimizin sinirleri gerildi. Bu saçma tekne yolculuğunu tekrar çekmek oldukça saçma geldi hepimize. Sonuçta programda böyle yazıyordu...
Neyse başa gelen çekilir maalesef tekrar teknelere bindik. Dönüş yolu karanlıktı ve oldukça soğuk esiyordu bir de üstüne yağmur başlayınca durum iyice çekilmez hale geldi. Tekne kaptanının üzerimize örttüğü kalın naylon bizi korumakla beraber öyle bir şeyin altında olmak da oldukça sıkıcıydı. Biz önde oturduğumuz  için epeyce de ıslandık.







Bir saat sonra otele yanaştık . Burası gölün kıyısında tipik bir tatil köyü idi. Bungalovlarımıza yerleştik. Akıllı Guatemalılar bizim valizleri odaya getirmediği için yeni bir kriz çıktı. Neyse ki yarım saat sonra nedense başka odaya konan valizlerimize kavuştuk. Akşam yemeğini sahilde yedikten sonra yorgunluktan bayılarak uyumuşuz.


Otelimizden gölün görünümü

***
Bugün onuncu günümüz... Otobüsle dört saat süren yolculuğun ardından Tikal Antik Şehrine geldik. Yağmur ormanlarının göbeğindeyiz ve adını hak edecek şekilde deli gibi yağmur yağıyor. Naylon yağmurluklar alıp yemek yiyeceğimiz yere yürürken hem deli gibi ıslandık hem de çamura battık. Yemek sırasında nihayet yağmur dindi ve güneş açtı. Deli gibi bir rutubet başladı... Buraya gelirken yağmurluk, şemsiye, şapka ve haşerelere karşı ilaç kesinlikle şart. Uçan karıncamsı sinekler feci ısırıyor. 




Tikal, yaklaşık 16 kilometrekarelik bir antik şehir. Çevresindeki ulusal park ise 576 kilometrekare... Tropikal ormanlarda tesadüfen bulunmuş. Halen büyük bir kısmı kazılarla ortaya çıkarılmayı bekliyor. 4 tane ana tapınak var ve 1 numaralı tapınak Büyük Jaguar Tapınağı olarak da biliniyor. Meksika tapınaklarında genelde mezar odası bulunmazken Kral Pakal'ın mezarının olduğu Palanque'deki tapınaktan sonra burada da bir mezar bulunmuş. 2 numaralı tapınak, Maskeler Tapınağı ve cephesinin süslemeleri ile ünlü. Daha sonra yerleşimlerin bulunduğu Büyük Meydan'a geliniyor. Meydanı 3 numaralı tapınak takip ediyor. Burası Jaguar Rahipleri Tapınağı olarak da biliniyor. 4 numaralı tapınak ise içlerinde en çok dikkat çekeni. Yüksekliği 64 metre ve üzerine tırmanabiliyor. Grubun yarısı tırmanırken biz tembeller onları beklemeyi seçtik. Yukarıdan Tikal çok güzel görünüyormuş. Bu sefer kaçırdık...



Ağaçtaki maymunu gören var mı?


1 numaralı tapınak 
Büyük Meydan


3 numaralı tapınak



Gezimizin sonunda bizi bir sürpriz bekliyordu. Yerel rehberimiz, yorulanlar ve yolu geri yürümek istemeyenler için bir araç bulmuş. Bildiğiniz kamyonet, ama çöp kamyoneti... Neyse biz arka kasaya doluştuk ve hayatımızın ilk kamyonet yolculuğunu Guatemala'da yapmış olduk... Ağaçlık alanda sürekli kafamızı eğmemiz gerekti ve epey zıpladık... Birkaç Quetzales'i Allah razı olsun diyerek şoföre verip indik.

Bu günlük gezilecek yerler bitti. 17:00'de otobüse binip bir buçuk saatlik yolculuktan sonra yine İzabal Gölü kıyısında bulunan Flores'teki otelimize geldik. Yemeğimizi de otelde yedik. Açık büfe yemek, bizi çok mutlu etti. Çünkü her gün et-tavuk menüsü yemekten fenalık gelmişti... Sabah çok erken kalkıp Meksika'ya geçeceğiz. Bu gece çok iyi dinlenmemiz lazım.


***

Sabah çok erken uyanıp otobüs yerine iki ayrı minibüse doluşunca ve bavullarımız da minibüslerin tepesine yüklenince aslında günün başka maceralara gebe olduğunu anlamalıydık. Sabahın kör karanlığında duyulan ve ormanın içinden gelen vahşi hayvan sesleri ise epey ürkütücüydü. Ruben, bunun ormanda yaşayan bir maymun türü olduğunu söyledi. İnşallah doğrudur... Aşağıdaki videonun sesini çokça açın...



Minibüslere binme nedenimiz yolun çok bozuk olmasıymış ki gerçekten büyük bir kısmında zıpladık. Dört saat bu şekilde yolculuk yaptık ve yol kenarında bir kulübede durduk. Meğerse Guatemala'dan çıkış kapısıymış. İşlemlerimizi yaptırıp tekrar araçlara bindik ve 10 dakika sonra iki ülkeyi ayıran nehrin kıyısına vardık Bizi orada kayık şeklinde dört tekne bekliyordu. Doğrusu sınırı bu şekilde geçeceğimiz hiç aklıma gelmemişti. Ekin bazı şeylerin sürpriz olmasını istiyor herhalde...











Valizlerimiz minibüslerden indirildi ve yerel halk tarafından karga tulumba bir tekneye yüklendi. Biz de üçe bölünüp teknelere bindik ve can yeleklerimizi bağladık. Ruben'e veda ettik ve nehirde yola koyulduk. Bu arada bir de ayağımı karınca soktu ve epey kızardı. Tam bir mülteci olmuştuk ve aklımız valizlerdeydi. Bunca zaman sonra valizlerimizle bütünleşmişken onlara tekrar veda etmek oldukça acıklı olurdu... Bu sıkıntılı yolculuk yarım saat sürdü. Meksika tarafında gümrük kapısına teknelerin yanaştığı yeri görünce rahatladık. Biz ve valizlerimiz sağ salim karaya çıktık. Gümrük kapısına girip giriş işlemlerimiz yaptık. 

***
devamı
MEKSİKA GÜNLERİ II












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder