17 Aralık 2018

MEKSİKA GÜNLERİ I

Mekxico City'de ilk günümüz ve buranın denizden yüksekliği 2.250m. olduğu için oldukça serin bir sabaha uyanıyoruz. Buranın havası tam bir karasal iklim öğlen deli gibi sıcak olacak, akşamsa yine donacağız biliyorum...

Kaldığımız otelin kahvaltısı tam bir felaket... Birkaç tropikal meyve dışında pis kokulu ve ne olduğu anlaşılmayan Meksika yemekleri var... Siyah çay yok... Peynir ve zeytinin olmasını zaten ummuyorduk... Allahtan yavaş hareketlerle omlet yapan biri vardı da aç kalmaktan kurtulduk... Anlaşıldı biz burada her an aç saatler yaşayabiliriz; o yüzden düzgün bir şeyler bulduk mu karnımızı doyurmaya bakalım...

Meksika'da ilk gezeceğimiz antik şehir Teotihuacan... Otobüsle yaklaşık 1 saatlik yolculuğun ardından Teotihuacan'daki ilk durağımız olan obsidiyen taşından objelerin satıldığı bir mağazaya gittik... Turla geliyorsanız bu tür yerlere gelmeniz gerekiyor ve herkesle birlikte bir alma krizine girip aptal saptal şeyler alıyorsunuz ve "bunlara niye bu kadar para verdim şimdi evde bunu nereye koyayım" diye kara kara düşünüyorsunuz. Onun için benden tavsiye bir şey almadan önce biraz olsun düşünün... Biz mesela -nedense- şu kafalardan bir tane aldık ve 150 dolar para verdik söylemesi ayıp...

Teotihuacan, Tanrıların yere indiği yer olarak adlandırılmış. UNESCO Dünya Mirasları Listesi'nde yer alan bu antik kent, yeni dünyanın  en eski şehri ve Colomb öncesi Mezo-Amerika'nın en büyük din merkezi. M.S. 2.yy.da yükseliş yaşayan şehir, yaklaşık 30.000 kişilik nüfusa sahipmiş. 500 yıl sonra esrarengiz bir şekilde tarih sahnesinden çekilen şehre tam olarak ne olduğu bilinmemekteymiş. 42 m. genişliğinde, ve 4 km. uzunluğundaki Ölüler Yolu şehri doğu batı ekseninde kesmekte ve bu yolun üzerinde düzenli aralıklarla 23 ad. saray ve tapınak bulunmakta. Bunların en dikkat çekicileri Güneş ve Ay Piramitleri... O zamanlar tapınılan en önemli olaylar güneşin ve ayın hareketleri olmuş... Güneş ve Ay Tapınağının üzerine çıkılabiliyor. Güneş Tapınağı, 225x220 m. taban üzerinde ve 65 m. yüksekliğinde iken Ay Piramiti 150x120 m. taban üzerinde ve 43 m. yükseklikte. 

Biz tırmanmak için daha alçak olan Ay Piramidini seçtik. Ve ben yaklaşık 10 basamak çıkıp geriye baktığımda, başımın döndüğünü, artık tırmanamayacağımı, tırmansam bile geri inmekte zorlanacağımı hissettim ve kendimi sıcak taşların üzerine bıraktım...





Ardından Quetzalpapaotl (kuş-kelebek) sarayını gezdik. Burada yöneticilerin ve din adamlarının aileleriyle yaşadığı düşünülüyor. Geniş odaları çevreleyen avlular, kırmızı sıvalarla kaplanmış... Aynı rengin piramitlerin duvarında da olduğu, zamanla aşınarak bugünkü renksiz halini aldığı biliniyor.  Şu an müze olarak kullanılan saraydan çıkıp Ölüler Yolu'nda yürüyerek Güneş ve Ay Piramitlerinin kesiştiği noktada fotoğraflarımız çektik ve öğlen yemeği için otobüsümüze attık kendimizi. Hava o denli sıcaktı ki neredeyse güneş kafamıza geçecekti... 







Öğlen yemeğimizi Gran Teocalli Restaurantta açık büfe olarak yedik. Öncesinde tuhaf bir dans eşliğinde halka olduk... Valla kızılderili dansı mıydı yoksa Maya mı halen anlamış değilim... Neyse ki bu tuhaf show fazla uzun sürmedi de yemeğimize aç kurtlar gibi saldırdık... Doğrusu tacolara bayıldım ama çabuk tükendiler... Salatalar ve balık ise gerçekten yemeğe değerdi... Burası fazla turistik bir restaurant olsa da sanırım Teotihuacan'a gelen tüm turları uğrak yeri ... Ayrıca yemek sonrası mariachi ( ki bunlar müzisyen gruplar) keyfi de oldukça hoştu...


Yemek sonrası otobüsle 1,5 saat mesafedeki Xochimilco'ya doğru hareket ettik ancak seyahatimiz, teroristlerin ana yol üzerinde otobüs yakmaları nedeniyle umduğumuzdan fazla sürdü ve ancak 3 saat sonra kanallara varabildik. Hava da oldukça karardı tabii ki... Buraya gelmeden okuduklarıma göre burası oldukça renkli ve eğlenceli bir yermiş.Kanalları ve tekneleriyle Meksika'nın Venedik'i olarak bilinen Xochimilco, bitkilerden oluşan adacıkların içinde renkli teknelerle dolaşılan adacıklardan ibaret. Bu bitki adacıkları o denli sağlam ki üzerine ev dahi inşa ediliyor ve yine üzerindeki seralarda envai çeşit bitki ve çiçek yetiştiriliyor. Kanallarda dolaşırken normalde mariachiler ve yemek tekneleri gezilere eşlik ediyormuş ancak biz karanlıkta gezdiğimizden hiçbirşey göremedik. Sadece korku filmi gibi ağaçlara asılı olan oyuncak bebekler oldukça ilginçti. Hikayesi ise oldukça ürkünç: Bir zamanlar kaybolan küçük bir kız çocuğu bir adamın rüyasına girer, birkaç gün sonra da cesedi bu kanallarda bulunur. Bunun üzerine kızın halen ruhunun burada dolaştığına inanılır ve onun oynaması için oyuncaklar ağaçlara bağlanır... Gecenin karanlığında gerçek bir korku filmi gibiydi anlayacağınız...




Mexico City'e tekrar döndüğümüzde saat akşamın dokuzunu bulmuştu... Önce Garibaldi meydanında sokakta bir mariachi show seyrettik, ardından envai çeşit tekila şişesinin sergilendiği tekila müzesini gezdik. Yine turistik bir mekan olan akşam yemeğine gidişimiz ve yemek yememiz saat onu buldu...Müzikler güzel olsa da show oldukça vasattı. Böyle turistik yerlerden nefret ediyorum...



Yine yorgunluktan geberdiğimiz bir gün olmuştu...

Gelelim Mexico City'deki ikinci günümüze... Sabah kahvaltısından bahsedip içinizi sıkmayacağım. Bugün şehir merkezini göreceğiz ve henüz valizlerimize kavuşamadığımızdan iç çamaşırı, çorap gibi temel ihtiyaçlarımızı karşılamaya çalışacağız.

Meksika ve Ölüler Bayramı'ndan bahsedelim biraz. İlk defa James Bond filmi Skyfall'ın ilk sahnesinde ölüler bayramı teması ile karşılaştım ve daha sonra da bu konuda epey araştırmam oldu... 31 Ekim-2 Kasım tarihlerinde 3 gün boyunca, Meksikalılar ölüleriyle bir arada yaşıyorlar adeta. Ölüm korkulacak bir son değil, aksine yaşamın bir evresi... Sonuçta ölüler de hem mezarlıklarda hem de evlerde adeta bir festival havasında, çiçekler, müzikler, danslar ile anılıyorlar. Ölen kişinin sevdiği yemekler yapılıp mezarlıklara gidiliyor ve tüm ülkede bu üç gün bir festival havasında kutlanıyor... Bizim gezimiz maalesef bu festivale rastlamadı ama sokaklarda o günden kalan süslemelere ve kuru kafa temalı heykellere rastlayıp fotoğraflamayı da ihmal etmedik.





Zocalo Meydanı, Moskova'daki Kızıl Meydan'dan sonra dünyanın en büyük ikinci meydanı. Burada ziyaret noktalarımız Başkanlık Sarayı, Katedral ve Templo Mayor'un temelleri... Başkanlık Sarayı, bir gün evvelki terörist ayaklanma yüzünden güvenlik gerekçesiyle kapalı olduğundan ünlü Meksikalı ressam Diego Rivera'nın duvar resimlerini de görme fırsatımız olmadı maalesef... Katedralin ise değişik bir hikayesi var. Oturduğu alan yumuşak göl alanı olduğundan yıllardır çöküyor ve gömülüyor. Her alanda eşit çökmeyi sağlayıp binanın zarar görmemesine çalışıyorlar. 






Dünyanın en güzel müzeleri arasında şüphesiz yer alan Meksika Antropoloji Müzesi, 1964 yılında, Meksikalı mimar Pedro Ramirez Vazquez tarafından yapılmış. Binanın mimarisi başlı başına dikkat çekici. Bahçenin tam üstüne yerleştirilen devasa sütunun üzerinde yer alan çatı, adeta fizik kurallarına aykırı bir şekilde ayakta duruyor ve Meksika topraklarında yaşayan tüm kültürlerin tek çatı altında toplanmasını sembolize ediyor. Müzeyi  tam anlamıyla gezmeye kalksanız en az 3-4 gün ayırmanız lazım. Müzenin en ilgi çekici kısımlarını Aztek ve Maya kültürleri oluşturuyor ve her uygarlık ayrı bir bölümde sergileniyor.  Müze, 1985 yılında iki üniversite öğrencisi tarafından soyulmuş ve pek çok değerli eserle birlikte Kral Pakal'ın maskesi de çalınmış. Bu olayı konu alan "Museo" filmini gitmeden önce bu senenin film ekiminde izlemek müzeye olan ilgimi daha da arttırdı... Bence Mekxico City'nin bir numaralı ziyaret yeri bu müze...







Müze gezisini takiben müzenin bulunduğu Chapultepec Parkı'nda ilginç bir gösteriye tanık olduk. Kendilerini ayaklarından bir direğe bağlayan dört adam, ilginç bir müzik eşliğinde lunaparktaki zincirli sandalyeler gibi dönüyorlardı... Bunu daha sonra bir rehber kitapta okudum... İsimleri Voladores dans ekibi olan dört dansçı ve bir müzisyenden oluşuyormuş bu grup. 5 sayısı, dört yönü ve yerin merkezini simgeliyormuş ve bu danslar Güneş ve Toprak Tanrılarına saygı göstermek için yapılıyormuş. Bu gelenek, İspanyolların Meksika'ya gelmesinden önceki asırlarda çıkmış. Bu tuhaf gösteriyi izlemek oldukça heyecan vericiydi ve tam bir sürprizdi...



Frida Cahlo adı herhalde Meksika'ya gelmemizin tek sebebidir diyebilirim. Ve gezinin en popüler mekanı olan Frida'nın Müze evi ise dünyada en çok görmek istediğimiz yerlerin başında gelmekte idi... Frida'yı konu alan 2002 yılı yapımı filmi belki yüzlerce kez izledik ve filmin sountrack cd'sini binlerce kez dinledik. Kendisiyle ilgili kitaplar okuyup belgeseller izledik... Acılarla dolu entellektüel yaşamına ve kendisine hayran olduk... Ve gezimizin Coyoacan bölümüne geldi sıra... Frida'nın mavi evinin bulunduğu bu semt, Mexico City'e 10 km. uzaklıkta... Kolonyal dönemden kalma evleri, sanat galerileri ve cafeleri ile oldukça popüler bir yer... Renkli evler, avlular şimdiye kadar göremediğimiz ancak hayalini kurduğumuz Meksika'yı yansıtıyor... Öğle yemeğimizi geleneksel Coyoacan binalarından birinde yedikten sonra Frida'nın evine koştuk... Frida'nın Mavi Evi'ne hayran kalıp, eşyalarını, kıyafetlerini, aynalı yatağını, biricik aşkı ressam Diego Rivera'nın sanatçı tulumunu görmekten sonsuz bir haz aldım... Gerçi evi gezmeden evvel tur rehberinden aldığımız valizlerle ilgili kötü haberler hepimizin moralini bozdu (gelmeme olasılığı yüksekmiş) ama hiçbir kuvvet beni bu evin her köşesini gezmekten alıkoyamadı... 












Gezimizin ardından en yakın AVM'de aldık soluğu ve gelmeme ihtimali yüksek valizlerimiz yüzünden ciddi bir alışveriş yaptık. Ve gecemizi Mexico City'nin meşhur restaurantlarından birinde dünyanın en güzel etini yiyerek bitirdik. 

Sabah dörtte uyanıp kahvaltı dahi etmeden otelden ayrıldık. Hava alanında valizlerimizi almaya çalışacağız. Rehberimiz bizi hava alanında bir cafeye oturtup kahvaltı ısmarladı ve gümrüğe valizlerimizi almaya gitti... Guatemala uçağımız yerel saatle 10:40'da idi ve kalkıştan 2 saat evvel check in yaptırmamız lazımdı... Bavullardan ikisinde bulunan  çok sayıda sigara paketi yüzünden rehber valizlerimiz getirmekte epey gecikti ve üç valiz hariç kayıp olan tüm valizlerle birlikte dokuza doğru geldi... Doğrusu bizim iki valizin geldiğini görünce gözlerimize inanamadık... Günün en mutlu anı o andı... Ve sonra koşar adım valizlerimizi vermeye ve uçağa yetişmeye koştuk... İçimizden birkaç kişi valizini verip check in yaptırırken kontuarlar kapandı ve 26 kişinin 12'si uçağa binmeyi başarırken geri kalan 14 kişi Mexico City'de kalmak zorunda kaldı... Biz ilk gruptaydık ve başımızda rehber olmadan uçağa bindik... Güler misiniz ağlar mısınız... Geri kalanlara üzüldük, kimimiz sinirden ağladı, rehber, Meksika'da kalan grupta kaldı ve bizse başımızda kimse olmadan ve bizi neyin beklediğini bilmeden Guatemala'ya doğru yola çıktık... Uçuş süremiz yaklaşık 3 saat... İstikamet Guatemala City...

***
devamı
Guatemala-Honduras Günleri

















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder